2021/01/31

sonoko suzuki detective conan'ın ana karakteri olmalıydı: bir eleştiri saçması

iyi akşamlar 
bu akşam da burayı anlamsız saçmalarımla dolduracağım çünkü zihnimi böyle şeylerle meşgul etmeye ihtiyacım var. arkadaşlarımı buna maruz bırakmak istemediğimden siz gölgeleri rahatsız edeceğim. katlanın artık.

edogawa ranpo bağımlılığımdan dolayı başlayıp bitiremediğim ve belki de asla bitiremeyeceğim bir seriden bahsedeceğim. en uzun anime serisi listesinde tam 995 bölümle 16. sıraya yerleşmiş olan dedective conan ömür törpüsü niteliğinde bir anime serisi. başlangıçta ranpo'nun eserlerine gönderme yaparak kaymağını sıyırmış olan seri sonradan özgün olay örgüsüyle hala yayında kalmayı başarmış durumda.

kısaca konusundan bahsedecek olursak, ünlü genç dedektif shinichi kudo'nun düşmanının tuzağına düşerek zehirlenip ölmek yerine bir çocuğa dönüşmesini konu alıyor. kendisinin aslında shinichi kudo olduğu konusunda kimseyi ikna edemeyeceğini bildiğinden shinichi, babasının kütüphanesinde gördüğü rastgele iki ismi bir araya getirerek kendini herkese Edogawa Conan (kulağım bir yerden 'ısırıyor' sanki bu iki ismi) olarak tanıtıyor ve kendisini bu hale getiren düşmanlarının izini sürmeye başlıyor.

bu yazımda conan'ın sevgilisinin en yakın arkadaşı olan sonoko suzuki'nin bir yan karakter olmasına rağmen animedeki diğer ana karakterlerden nasıl daha fazla dedektiflik vasfına sahip olduğu üzerine analiz yapacağım.

çünkü neden olmasın.
önce pozitif yönleriyle başlayalım.

1. bok gibi zengin
animenin içinde kendini dedektif olarak tanıtan kimsenin cebinde beş kuruş parası yok ve ün hiçbir şekilde bu karakterlere yeşil koklatmıyor. conan'ı ele alalım. eleman 995 bölümdür ciddiye alınmayan bir soğan cücüğü ve yaş bakımından kendi parasını kazanamayacak durumda. çözdüğü bütün davalar yanına kar kalıyor. hatta çözdüğü davaların kaymağını kız arkadaşının babası, özel dedektif mouri kogoro yiyor.

mouri kogoro ise dedektifliğin d'sinden bile anlamayan alkolik, terk edilmiş bir adam. özel dedektifliğe kazanç kapısı olarak baksa da conan davalara müdahale etmediği sürece sap gibi kalakalıyor.

ama sonoko doğuştan zengin bir genç kız olarak çözdüğü tek bir davadan sonra 'Dedektif Kraliçe' ünvanı yapıyor. arkasında para olan insanın hiçbir şeye erişim sorunu olmuyor. serideki karakterlerin 900 küsür bölümdür yapamadığı şeyi sonoko tek arcta yapmayı başarıyor.  ne yazık ki paranın gücü gerçek adaletin önüne geçiyor.

2. cesur yürek
seri boyunca defalarca öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına rağmen hiç korkmadan tırsmadan hatta arkadaşı ran'ı korumak adına kendini öne atan bir karakter. bir dedektifin sahip olması gereken en önemli karakteristik özelliğe sahip kişi. 

mouri kogoro gülüşüyle sonoko
3. deduction queen
mouri kogoro'nun kafayı çekip yerlere serildiği bölümlerde conan'la el ele verip onun verdiği küçük ipuçlarıyla da olsa olayları tek başına çözecek kadar zeka kırıntısına sahip olduğunu gösteriyor sonoko. bence yalnızca bu bile onu mouri'nin önüne geçirecek bir sebep. bir bölüm birden mouri'yi ortadan kaldırıp yerine sonoko'yu getirseler seri büyük ölçüde kalite kazanır. yani bence.

4. görgü görgü görgü
sonoko'nun hiçbir zaman yerine uygun olmayan şekilde konuştuğunu göremezsiniz. ne alkolik mouri gibi ortalığı dağıtıp saygısızlık ettiğini ne de conan gibi davayı çözmek uğruna ortalığı birbirine kattığını görürsünüz. zengin bir ailede büyümüş olduğundan görgü kurallarına aşırı önem veren bir kızçe sonoko. bu da onu davayı çözme uğruna yerine göre görgü kurallarına göre davranarak rol yapabilmesine olanak sağlıyor. 

5. 'aşk' mı? şimdi kelimeye bir kere daha bakınca 'geçici heyecan' gibi göründü
sonoko'nun ilerleyen bölümlerde makoto kyogoku'yla mesafeli bir ilişkiye başladıklarını görüyoruz. bu da dedektif kraliçenin yaşantısında aşkı öncelik sıralamasında çok da önlerde tutmadığını gösteriyor. hatta aşkı sadece anlık heyecanlar yaşamak istediği için gündeme getirdiğini görüyoruz. birçok seride aşkı işinden önde tuttuğu için kepaze olan ana karakterlere inat sonoko güçlü bir kadın dedektif profili çiziyor.

imaj değişikliğiyle sonoko

6. yani bilemiyorum bence sadece ilk madde de yeterli olabilirdi ama dediğim gibi 
sonoko serideki en avantajlı, en sağlam karakterlerden biri hiç kusura bakmayın. bunu conan'ın 900 bölümdür hala eski haline dönemeyip bir bahçe cücesi gibi kalmasından anlayabilirsiniz. 



şimdi gelelim eksilerine:

ne yalan söyleyeyim kaitou kid beni de kaçırabilir
1. şıpsevdi
sonoko'yu seri boyunca devamlı erkek karakterlere iş atarken görüyoruz. hatta bu saçmalık o kadar ileriye gidiyor ki kaitou kid'in onu kaçırıp kılığına girdiği bölümden sonra ağır bir kaitou kid hayranı olup onu yeniden görebilmek için aile mücevherlerini kaitou kid'e çaldırtmayı bile göze alıyor
not cool queen. not cool

2. agresif
sonoko'nun pek sabırlı bir tip olduğunu söyleyemeyiz. bu da ana karakter olma senaryosunda ona dezavantaj oluşturuyor.

3. çocukluk arkadaşı / yan karakter klişesi
illa her seride olduğu gibi bu seride de ne yazık ki sonoko en iyi arkadaş bariyerine çarpıp arka planda kalıyor. ne kadar parlarsa parlasın bu tür karakterler arka planda yitip gitmeye ve popülerlik sıralamasında bir grup ağır fan sayesinde 7. sıralarda bulunmaya mahkum oluyor 

sonoko kılığına giren kaito kid'i 
daha çok konuşmalıyız

sonuç olarak sonoko bir yan karakter olsa dahi sahip olduğu özellikler sayesinde serideki bir çok ana karakteri solda bırakıyor. kraliçe için adalet istiyoruz. bütün kurumları harekete geçirin ve sonoko için adalet arayışında #justicefordetectivequeen tagıyla ayaklanın. 

neyse daha fazla saçmalamayacağım.

işlerimin yoluna girmesi ve ruh halimin iyileşmesi için dua edin.
bir sonraki saçmalığımda görüşmek üzere

2021/01/30

duygu dolu bir itiraf: edogawa ranpo'nun hikayeleri tarafından kurtarıldım

 iyi akşamlar parialar, akechi goro'nun gölgesi, biricik prens phobos,

bu gece girdap gibi dönen zihnimi uyuşturmak ve intihar düşüncelerinden sıyrılmak için saçmalamaya geldim. birkaç haftadır yaşadıklarım ruhuma ağır geliyor ve sevdiğim şeyleri yapmaya ve sevdiğim şeylerden bahsetmeye muhtacım yoksa çıldırıp kendimi bu salak yaşantıdan zorla çekip alacağım. aslında bunu başarsam rahatlarım. ama içimden bir ses bunun şu ana kadar yaşadıklarımdan daha fazla acı vereceğini söylüyor. bu yüzden bir şeylerin gelip beni öldürmesini beklemek daha mantıklı geliyor.

sırf yeşillik olsun diye konmuş 
konuyla alakası olmayan görsel
bir şeylerin gelip beni öldürmesinden bahsetmişken... yaşadığım cehennemde beni hayata bağlayan birileri hakkında saçmalamak niyetindeyim bu yazıda. ölü yazarlara olan bağlılığımı bilirsiniz. özellikle cehennemi yaşayıp deliliğin dağlarına tırmanmış yazarlarla özel bir bağım vardır. yazdığı her hikayede ruhu beni ele geçirmiş gibi hissederim. onun kurduğu hayallerle beynimi uyuşturmak ve gerçeklikten kopmak bu dünyada tattığım en büyük hazlardan biridir.

ama bu yazıda bahsedeceğim kişi biricik poe değil ne yazık ki. ona olan aşkımdan kendimi öldürmeden önce yazacağım bir mektupta bahsetmeyi düşünüyorum. okuyabilirseniz şanslısınız!


bu yazıda bahsedeceğim kişi onu en az benim kadar sevmiş ve hikayelerinde daima onun ruhunu resmedip beni kendisine aşık etmiş bir yazar. 

edogawa ranpo tüm bu hikayeleri o efsunlu kalemini oynatarak yazarken seneler sonra  dilini bile bilmediği birini ihtiharın eşiğinden tutup çekebileceğini hiç düşünmemiştir eminim. yalnızca onu hastalıklı düşüncelerinden uzaklaştırmakla kalmadı, cinsiyet rollerini yıktığı karakterleriyle bu kişiye özgüven aşılamayı başardı aynı zamanda.

ranpo'yu okurken aklıma seneler önce gözyaşlarıyla bu dünyadan uğurladığım biricik söz yazarı ve müzisyen shinohara hitoshi (nam-ı diğer isshi) geliyor. o da tıpkı ranpo gibi bir şekilde kelimelerinin anlaşılması için elinden geleni yapmış, işine aşkla bağlanmış biriydi ve tıpkı ranpo gibi isshi de kelimelerini kilometrelerce ötede yaşayan dilini bilmediği birilerine aktarmayı başarmıştı. bu iki kişi yaptıkları işler bakımından birbirlerinden farklı olsalar da gözümde aynı saygıyı hak ediyorlar.

asıl konuya geri dönecek olursak, üniversiteye başladığım ilk sene kütüphaneye uğramadan önce araştırıp not aldığım yazarlardan biri olmasına rağmen eserlerine ulaşmanın imkansızlığından dolayı epey geç tanıştığım biri oldu edogawa ranpo. o zamanlar tüm hayallerim bir tuvalet kağıdı rulosu şeklinde sarılıp popoma montelenmişti ve şu anki halimden pek bir farkım yoktu. ailemin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibiydi. uyku sorunlarım ve annemin hastalıkları kendimi üniversitenin çöp dökülen tepesinden atıp gebermemi söyleyen bir fısıltıya dönüşüyordu. sonra tuttuğum o yazar listesinden çağrıma cevap veren tek kişi edogawa ranpo değil akutagawa ryunosuke olmuştu. 

yani intihara meyilli birinin okuması gereken son yazar.

akutagawa ryunosuke'nin beynimde bıraktığı hasarı hala onarabilmiş değilim. ara ara kendimi o tepeden attığım rüyalar görüyorum. yine de bu ondan nefret ettiğim anlamına gelmiyor. birçok ortak noktamız var. yazdığı anıları okurken duygularıma ve yaşanmışlıklarıma ayna tutulmuş gibi hissettiğimden otobüsün ortasında hıçkırarak ağladığım günü hatırlıyorum. eminim hayatta olsaydı bana bakıp poposuyla gülerdi. hatta gülmezdi. kendisinden imza isteyen hayranına yaptığı gibi başını çevirip öylece uzaklaşırdı.

bu seriye katlanıyor olmamın 
tek sebebi olan görsel

bir kez daha edogawa ranpo'ya dönecek olursak... onunla nihai tanışmam o zamanlar hala nefes almakta olan weeaboo kişiliğimin edgar allan poe ile ilgili araştırma yaparken edebiyat ve bayat komediyi harmanlayan bungo stray dogs'a denk gelmesiyle olmuştu. poe'dan hareketle ranpo'yu keşfetmiş ve mahlasıyla yaptığı kelime oyunundan dolayı kendisinin zevk sahibi biri olduğunu düşünmüştüm.

daha sonra sanal ortamda e-booklarına yağdırdığım paracıklar sayesinde hikayelerinin bir çoğunu okuma fırsatı buldum(asla pişman değilim, yine olsa yine yağdırırım). o zamanlar düşüncesizce çektiğim öğrenme kredisi sayesinde böyle şeylere harcayacak param vardı. teşekkürler dandik öğrenim kredisi! beni devlete borçlandırmak dışında bir işe yaramışsın bak!


bahsetmeden geçemeyeceğim ilk aldığım kitap kısa hikayelerinin de yer aldığı The Edogawa Rampo Reader olmuştu. Mars Kanalları (Kasei no Unga), Doktor Mera'nın Gizemli Cinayetleri (Mera Hakase no Fushigi na Hanzai) ve meşhur Çatıdaki Avare (Yaneura no Sanposha)... o günden beri hikayelerinin tamamını okuyabilmek için morris bellamy'nin john rothstein'in gizli yazmalarını okumak için gösterdiği şeytani azmi gösteriyorum (detaylar için stephen king - kim bulduysa onundur'a göz atın), elimde bulunmayan her hikayesi için karanlık işlere bulaşabilirim ve her gün edogawa rampo'yu tanıdığım için evrendeki nihai buluşmaları gerçekleştiren yetkili güç her kimse ona şükrediyorum.

doğrusu şu noktada ranpo'yla aramda parlak pembe harflerle yazılmış bir dil bariyerinin uzanıyor oluşu feci şekilde canımı sıkıyor çünkü parasızlıktan kıçıma don alamayışım bir kenara, param olsa dahi eserlerinin hala önemli bir kısmı henüz ingilizceye çevrilmemiş olduğundan satın alamayacak olduğum gerçeği üniversite çağında depresyona girip japonca çalışmayı bırakan sümüklü benliğime küfretmeme sebep oluyor.

uzun lafın kısası, bu mükemmel kişinin yazdıklarına ne denli aşık olduğumu kelimelerle ifade edemem. hayatımı nasıl daha katlanılabilir hale getirdiğini, beni her gün intihar etme düşüncesinden nasıl alıkoyduğunu, geceleri karabasanlarımdan uyuyamadığım zamanlarda nasıl heyecanla hikayelerine sarıldığımı anlatamam. nasıl bu kadar kısa sürede hem yazar kimliğiyle hem de yaşantısıyla gözümde bir rol modele dönüştüğünü anlatamam. yukarıda anlattıklarım katiyen yeterli değil. edogawa ranpo'yu ne kadar sevdiğimle ilgili saatlerce hatta günlerce konuşabilirim. yine de yeterli olmaz.

ellerimin üzerine kırmızı çizgiler çekip yüzümü örtüyorum şu an 

buraya kadar okuduysanız gevezeliğimi çektiğiniz için sizi tebrik ediyorum
bu yaşta cringe seviyesi bu denli yüksek bir yazı yazdığım için kendimi de tebrik etmem lazım

kendinize iyi bakın

2021/01/15

yeni yıl sana ne getirdi

merhaba yankı yapan duvarlar, çürümüş toprak, uykumda alayla gülen kişi,

hala neden yaşadığımı sorgular halde hayatıma sürünerek devam ettiğimi buraya rapor etmeye geldim. her sene olduğu gibi bu sene de şaşırtmayıp iyi dileklerin içine sıçar nitelikte beni felaketlerin içine daldırıp çıkarmaya başladı. geçen senelerden tek farkı ise bu sefer nefes almama müsaade etmemesi. yaratıcı benim dünyaya geliş amacımı veri tabanında 'insan stres topu' olarak geçmiş olmalı diye sanıyorum ki ne zaman şımarık, hiçbir derdi olmayan kulları dünya simülasyonunda bir bokluk çıkaracak olsa hıncını benden çıkarıyor. al bakalım insan! al! bunu da sırtlan! yeter mi? asla! bunu da al! neden ağlıyorsun!? şükretsene! daha kötüleri var! şükret! neden isyan ediyorsun?! her şey yolunda! aç mısın? hayır! açıkta mısın? hayır! o zaman kes sesini! 

sabret zavallı kul. tanrı sabredenlerin yanındadır.
bir gün seni de sorgusuz sualsiz yanıma aldığımda yaşadığın o anlamsız hayatın hiçbir esamesi kalmayacak.
niye mi yaşadın o zaman? eh. dünya simülasyonunun senin gibi trajik tiplere ihtiyacı var ki şımarık kullarım senden feyzalabilsin.


şimdi gelelim günah çıkarma faslına.

2015 senesinden bu yana bakıp büyüttüğüm özürlü kedim artık benimle değil. çocuğumla ilgili blogumda şöyle kırık dökük bir yazı yazmışım zamanında, o yazıyı da tıpkı bunu yazarken olduğu gibi salya sümük yazmış, ölürse bununla nasıl başa çıkacağımı düşünüp ona hiç olmadığı kadar sıkı sarılmıştım. şimdi ne kadar istesem de ona sarılamıyorum ve onun yokluğunu yalnızca evin her köşesinde değil ruhumun her zerresinde hissediyorum. hayatımdaki en parlak, en özel renk söndü ve ben bunu asla atlatamayacağım. bu boktan hayatta beni mutlu eden sayılı şeylerden biriydi. ne zaman mutsuz olsam şapşallıklarıyla beni güldürür, yaramazlıklarıyla derdimi unutturur, o koca gözleriyle içimde sönmüş olan bazı sıcacık duyguları uyandırırdı. oğlumu özlüyorum. can dostumu özlüyorum.


her sene olduğu gibi bu sene de ailenin üzerinden hastalıklar eksik olmuyor. sanırım tanrı yakın zamanda dünyaya vereceği felaketlerin demosunu üzerimizde yapıyor. bundan bıktım. sürekli olarak tam bir tedavisi olmayan hastalıkları hafifletmeye çalışmaktan bıktım. annemi hastane kapılarından sinirli ve üzgün bir şekilde çıkarken görmekten bıktım. mutfak masasının üzerinde dağ gibi biriken ilaçları görmekten bıktım. tam birini düzeltmişken bir başka hastalığın baş göstermesinden bıktım. annemi mutsuz görmekten bıktım.

Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû-ste’înû bi-ssabri ve-ssalât innallâhe me’a-ssâbirîn!

uykusuzum, keyifsizim, işe yaramazın tekiyim, hiçbir şey olması gerektiği gibi gitmiyor, en ufak, sadece en ufak bir şey bile olması gerekenin tersi yönünde gidiyor ve bunu düzeltmek için gücüm yok. etrafımdaki insanlar bana inat güzel hayatlarını tüm şaşasıyla sergilerken kendi bok kuyusu hayatıma bakıp ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. daha ne kadar böyle gidecek bilmiyorum. aç gözlü biri değilim, evler, arabalar, yatlar, katlar, saraylar istemiyorum. annemin hastalıklarından kurtulmasını istiyorum, işlerin yoluna girmesini istiyorum, bir sabah tamamen uykumu almış halde, kötü düşüncelerden uzak, keyifle gerinerek uyanmak, neşe içinde kahvaltı etmek ve koyduğum hedefler üzerinde çalışmak istiyorum sadece. çözümü olmayan dertler, bitmek bilmeyen kabuslar istemiyorum. anlattığımda karşılık olarak 'elimden ne gelir ki' karşılığını aldığım dertler istemiyorum artık. sadece huzur istiyorum. sadece biraz huzur. sanırım çok şey istiyorum.

sabret zavallı kul
çok yakında düşünmene bile gerek kalmayacak bir yerde olacaksın
böcekler etlerini parçalarken soğuk toprağın altında kemiklerin sızlayacak
işlediğin günahlar için azap çekerken dünya üzerinde çektiklerin yanına kar kalacak
ama olsun 
dünyadakilerin bir örneğe ihtiyacı var
ve sen iyi bir örneksin, ah nasıl da iyi bir örneksin
sırf daha ne kadar delirebileceğini görmek için bir süre daha hayatta kalacaksın
bedenin el verdiği kadar hayatta kalacaksın
herkes hayatının bir noktasında senin ismini anacak
diyecekler ki
iyi ki onun gibi değiliz, şükredelim

No temptation has overtaken you that is not common to man. God is faithful, and he will not let you be tempted beyond your ability, but with the temptation he will also provide the way of escape, that you may be able to endure it!

ne diyordum

yeni yıl bana süslü paketli bir bok çuvalı getirdi! içinde bol bol pislik var. bol bol acı ve hastalık var! iğrenç şeyler var! 

hepsini sevgiyle kucaklıyor ve sabrediyorum.
Tasarım: Zuri