2017/11/12

Akşam Raporu (Bungou Stray Dogs Fanfiction)

Başlangıç Notları: Merhaba. Bu sayfanın yalnızca kurgularımın yer bulduğu bi sayfa olmasından pek hoşnut değilim, bu blogun eski formuna geri dönmesini istiyorum ancak içinde bulunduğum ruhsal bunalımdan çıkabilmemin tek yolu bu sanırım. Uzun zamandır hayran kurgusu yazmadığım için çiğ bir hikayeyle karşılaşmanız mümkün.

✲Kurgunun evreni Bungo Stray Dogs evreninden farklı. Ama karakterlerin kişilik ve davranışlarında herhangi bir değişiklik yapmadım. Kurgu, bir akşam ofiste can sıkıcı bir rapor yazmakla yükümlü olan acemi polis memuru Nakajima Atsushi'nin patronunun emri üzerine atıldığı minik bir dedektif hikayesini anlatıyor.

✲✲✲✲✲✲

Akşamın aceleci ışıkları ofisin penceresinden yansıyarak Atsushi’nin bezginlikten yarı yarıya kapanmış gözlerine vuruyordu. Herkesin işini bitirip evine döndüğü bu akşam saatinde göz yorucu bilgisayar ekranının karşısında bu can sıkıcı nöbet raporunu yazmak yapmak isteyeceği son şeydi. Ofiste giderek azalan sesler ve yerini karanlığa bırakan gün ışıkları beraberlerinde motivasyonunu da çekip götürüyordu. Masadan kalktığında yürümeye bile gücünün olacağından şüpheliydi. Raporunun son paragrafına dayandığında omzunda tanıdık bir el hissetmiş, yorgunluktan kısılmış gözleri masasının kenarına çarpan ince dosyaya çevrilmişti.
“Acil durum.” dedi patronu. “İntihar gibi görünen bir cinayet vakası. Civarda başka kimse olmadığı için sen geliyorsun.”
Atsushi’nin gözleri yalvarmaya hazır bir köpeğinkiler gibi irileşmiş ve sarkan dudaklarından mırıltı halinde bir soru dökülmüştü cevabını çoktan biliyor olmasına rağmen.
“Chuuya-san, benim gelmem şart mı?”

            Nakahara Chuuya, diğer bir adıyla “Canavar Dedektif” (Bir erkeğe göre nispeten kısa olan boyundan dolayı “Minik Dedektif” olarak da anıldığı olurdu ancak bu unvanı kullanan her kim olursa iyi bir dayak yemeye hazır olmalıydı.) bir davaya asla tek başına gitmez, acemilere tecrübe olması açısından içlerinden birini illa peşinden sürüklerdi. Teklifini reddetmek ya da karşı gelmek bir seçenek değildi. Civardaki herkes Chuuya’nın “Canavar Dedektif” adlı lakabı edinmesinin altında yatan sebebin yalnızca olayları çözmedeki kıvraklığından ve zekasından kaynaklı olmadığını bilirdi.
            Bu yüzden Nakahara Chuuya asla sinirlendirilmemeliydi.
           “Oldukça kafa karıştırıcı bir dava bu elimizdeki. Kurban zehirlenerek öldürülmüş ancak intihar süsü verilmiş. Katil bütün sahneyi kurduktan sonra vicdan azabı çekip kendini ihbar etmiş.”
Chuuya eldivenlerini ve şapkasını düzeltip duruşunu dikleştirdi Atsushi’den olası bir soru beklerken. Durmadan düşen omuzlarından ve çatılan kaşlarından onun da yorgun olduğu anlaşılıyordu. Karşıdan herhangi bir soru gelmeyince konuşmaya kaldığı yerden devam etti.
“Zaten açığa çıkmış bir olayın neresini inceleyeceğiz? Gittiğimizde hikayenin bununla kalmadığını göreceksin. Bu bilmeceyi çözeceğine inanıyorum Atsushi.”
“Çünkü sen benim favorimsin. Senin gözlerinde gördüğüm ışığı başka kimsede görmüyorum.“
Böyle demek isterdi ama bunu şimdiden dillendirerek genç adamı şımartmak istemiyordu. Zaten bunu yapacak gücü de şu an kendinde bulamıyordu. Aralarındaki sessizlik sinir bozucu bir raddeye gelmişti. Bu sessizlik kızıl saçlı dedektifin içinde birilerini dövme isteği uyandırıyordu. Ama şanslı kişiyi seçmek için biraz daha bekleyecekti. Bezginlikle iç geçirdi.
“Pekala. Bu davayı çözebilirsen dönüşte bir şeyler ısmarlayacağım.”
Bunun ardından Atsushi’nin gözlerini Chuuya’nın o görmeye bayıldığı parıltı doldurdu. Önünde eğilip avazının çıktığı kadar bağırdı.
“Elimden geleni yapacağım, Chuuya-san!”
            Olay yeri tek odadan oluşan bir apartman dairesiydi. İçeride fazla mobilya bulunmamasına rağmen (Zaten olsa da bu denli küçük bir daireye sığmazdı.) süslü bir bar, sokağa bakan pencerelerin olduğu duvarı kaplıyordu. Yerde kırılmış iki kadehten kalan parçalar ve kadehlerden dökülen renksiz içkiler bulunuyordu. Olayın kurbanı, görevli birkaç polis tarafından odadaki tek kanepeye yatırılmış ve üzeri beyaz bir örtüyle örtülmüştü. Atsushi yakından baktığında sonradan bunun bir örtü değil bir perde olduğunu anlamıştı. Bilmecenin baş rol oyuncusu, aynı zamanda hikayeyi ağzından duyabilecekleri tek kişi, bardaki yüksek sandalyelerden birinde, başı ellerinin arasına sıkışmış şekilde oturuyordu. Kırpılmış siyah saçları, ince omuzları, kemikli elleri vardı. Oturduğu sandalyede farkında olmadan titriyordu. Chuuya bakışlarıyla siyah saçlı adamı gösterip kanepeye doğru yaklaştı ve gözlerini beyaz çarşafa dikip öylece baktı. Atsushi mesajı almıştı, bara doğru yaklaştı ve genç adamın yanına oturdu. Yolda okuduğu dosyaya göre ismi Akutagawa Ryuunosuke’ydi.
“Akutagawa-san. İyi akşamlar.”
Siyah saçlı genç adamdan sinirle karışık bir homurtu duyuldu.
“Benimle dalga mı geçiyorsun… ‘İyi akşamlar’mış…İyi akşamlar…”
“Ö-özür dilerim…” Atsushi düşüncelerini toparladı ve yeniden konuşmaya başladı. “Sizinle neler olduğu hakkında konuşmak istiyorum. Tabi konuşabilecek durumdaysanı-“
“Sen.” Akutagawa denen adam kafasını çevirip Atsushi’nin gözlerinin içine baktı. İri siyah gözleri sanki gözlerine değil ruhuna bakıyordu. Atsushi rahatsızlık hissinin midesini sıkıştırmaya başladığını hissetmişti.
“Sen polis olduğuna emin misin?”
“N-nasıl yani?”
Rahatsız olduğunu belli etmemek için gözlerini ayırmasa dahi titreyen sesi kendini ele vermişti. Akutagawa yüzünde alaycı bir gülümsemeyle sorusuna yanıt verdi. Yanakları belirsiz bir kırmızılıkta barın ışıkları altında parlıyordu.
“Senin gibi saf insanlar bu dünyada fazla yaşamaz. Beni yanlış anlama.”
“Yo yanlış anlamıyorum. Haklısınız.” Düşüncelerini yeniden toparlamak bahanesiyle gözlerini kaçırıp bar tezgahının üzerine koyduğu dosyasına çevirdi gözlerini. “Ama insan dünyaya bir değişiklik yaratmak için geldiyse elindeki yeteneği kullanmaktan çekinmemeli. Sevdiğim bir yazar yeteneği olan birinin bunu saklayıp bundan dolayı acı çekmemesi gerektiğini, bu şekilde ancak hayatı kendine bir cehenneme çevirebileceğini söyler.”
“Demek bir yeteneğin var.” Akutagawa’nın yüzündeki gülümseme kademe kademe silinmekteydi. “Peki öyleyse. Yeteneğini göstermen karşılığında her şeyi anlatacağım.”
Atsushi kendinden emin bir şekilde kafasını salladı.
“Anlaştık.”

            “Kanepede yatan adam benim için dünyadaki en değerli kişiydi. Onunla tanıştığım günden beri onun gözüne girebilmek için ne kadar çok çabaladığımı bilemezsin. Ama o… O her zaman gözlerini benden uzağa çevirdi ve yaptığım hiçbir şeyi görmemeyi seçti.”
Atsushi dosyada bulunan diğer adamın profiline bakarken Akutagawa’nın bundan dolayı adama garez beslediğini düşünmeye başlamıştı. Ama yine de nedense kafasının içinde başka bir ses bunu yapanın Akutagawa olmadığını söylüyordu. Bu fikrini Chuuya’ya söyleyecek olsaydı iyi bir fiske yemeye hak kazanırdı.
“Bu akşam beni evine davet etti. Benimle önemli bir şey konuşmak istediğini, bana bir ders vermek istediğini söyledi. Geldiğimde birkaç kadeh devirip havadan sudan konuştuk. Dazai-san her zamanki Dazai-san’dı. Ama sonra… sonra hoşuma gitmeyecek şeyler söylemeye başlamıştı. İkimiz de çok alkol almıştık. Kendimden geçtim ve ona saldırdım. Böyle yapmak istememiştim. Kendime geldiğimde Dazai-san yerde yatıyordu. Bardakları kafasına geçirmiş olmalıyım. Başından akan kanı temizleyip kendini öldürmüş gibi gösterdim. Çekmecesinde bir kutu uyku ilacı vardı. Belki bunları fazladan almış gibi gösterebilirim diye düşündüm. Ama zaten eninde sonunda bünyesinde hiçbir madde bulamayacaklar ve beni yakalayacaklardı. Bu yüzden pes edip kendimi ihbar ettim.”
Atsushi kaşlarını çatmıştı. Gözlerini dosyadan ayırmadan konuştu.
“Size ne tür şeyler söylediğini hatırlıyor musunuz?”
Akutagawa sağ elini saçlarında gezdirip gözlerini kıstı. Gözlerini kıstıkça suratı buruşmuştu.
“Hatırlıyorum.”
Tedirgin edici bir sessizlik. Chuuya’nın arka tarafta homurdandığını işitiyordu. Sanki bir şeyi tekmeliyormuş gibi takırtılar çıkarıyordu. Umursamadan konuşmasına devam etti.
“Çok özel bir şeyse söylemek zorunda değilsiniz.”
“Bana işe yaramazın teki olduğumu söylemişti. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım takdirini kazanamayacağımı, olsam olsam bir çöplüğe layık olacağımı söylemişti. Bir de… aptal olduğumu söylemişti. Herkese kolayca güvenmemem gerektiğini… kimden bahsettiğini anlayamamıştım ama nedense çok sinirlenmiştim.”
Atsushi kafasını salladı ve sorularına kaldığı yerden devam etti.
“Başka bir şey söyledi mi peki?”
“Başka… hatırlamakta zorlanıyorum.” Akutagawa gözlerini boşluğa dikip bir süre düşündü. Dazai denen adamın birilerinin kendisini almaya geleceğiyle ilgili bir takım laflar ettiğini hatırladığını söylemişti ancak bunu da kesin olarak hatırlayamadığı için olayla bir bağlantı kuramamıştı. Atsushi adamın profilindeki fotoğrafını inceledi. Parlak, kahverengi gözler, aynı renkte kabarık saçlar, tatlı bir gülümsemeyle taçlandırılmış bir ağız. Hayat dolu bir adama benziyordu, genç bir adama hakaretler savuracak tarzda birine değil.
“Akutagawa-san. Dazai-san’ı elinizdeki kadehlerle öldürdüğünüzü söylemiştiniz değil mi?”
Siyah saçlı adam onaylarca kafasını salladı.
“Bunu nasıl yaptınız?”
“Nasıl mı yaptım? Bardakları kafasına geçirdim ve onu yaraladım.”
“Bunu yaptığınızı kesin olarak hatırlıyor musunuz?”
“Hatırlamama gerek var mı?!” Akutagawa olduğu yerden hışımla kalkmış ve Atsushi’yle burun buruna gelmişti. Gözleri birer kara delik gibi Atsushi’nin ruhunu parçalıyordu.
“O korkunç anı hatırlamama gerek var mı etrafta bir sürü işaret varken!? Başından akan kan, etraftaki cam parçaları, Dazai-san’ın cansız…”
Akutagawa başını eğdi. Siyah saçları Atsushi’nin yanağını okşamıştı.
“Bunu nasıl yapabildim… Nasıl…”
Atsushi sadece ikisinin duyabileceği bir ses tonuna mırıldandı.
“Ben… senin yaptığını düşünmüyorum. Ve bunu kanıtlayacağım.”

Atsushi, Akutagawa’dan yeterince bilgi aldığını düşünüyordu. Cinayetle suçlanan zavallı, alkollü bir genç adamı daha fazla sorgulamanın bir manası yoktu. Aksi takdirde alkol, Akutagawa’nın gerçeklerini çarpıtmaya başlayabilirdi.
“Şimdi yeteneğimi gösterme zamanı.”
Cesedin yanına eğilmiş Atsushi’yi izleyen patronu ağzını yayarak gülümsemiş ve uzanıp perdeyi bir kenara çekmişti. Kurbanın tüm bedeni ortadaydı şimdi. Atsushi çekinerek yanına geldi ve eğilip cesedi incelemeye başladı. Balmumundan yapılmış bir heykel gibi yatıyordu Dazai denen adam, henüz vücudu değişmeye başlamamıştı. Atsushi kurbanın yüzüne o kadar odaklanmıştı ki dudaklarında minik bir tebessümün oluştuğunu görür gibi olmuştu. Gözlerinin önünde bir el parmaklarını şıklattı.
“Kendine gel, Atsushi. Resim galerisinde değil cinayet mahallindesin.”
Atsushi kafasını sallayıp kendine geldi ve gözlerini cesedin güzel yüzünden ayırıp boynuna çevirdi. Ellerini dikkatle, kırılgan bir cismi tutuyormuş gibi kullanarak çenesini sağa sola oynattı. Ardından kıyafetlerini nazikçe hareket ettirerek bileklerini ve vücudunun diğer bölgelerini inceledi.
“Dosyada yazdığı gibi…” dedi alçak bir sesle.
“Herhangi bir darbe izi yok.” diye cümlesini tamamladı Chuuya. Ardından elini kaldırıp başını gösterdi. “Orası dışında.”
Atsushi yaklaşıp adamın başındaki yarayı inceledi. Saçlarının arasından görünen yara izi ve gelen garip kokudan Akutagawa’nın onu bardaklarla yaraladığı sonucuna varabilirdi. Ancak hala kafasında onu oyalayan bir şeyler vardı. Kalkıp salonun ortasına yürüdü ve yerdeki cam parçalarını incelemeye başladı. İki bardaktan geriye kalanlar loş lamba ışığının altında soluk bir şekilde parlıyordu.
“Akutagawa-san. Rahatsız ediyorum ama buraya gelir misiniz?”
Olduğu yerde oturup şakaklarını ovan genç adam kafasını çevirip gözlerini yere eğilip cam parçalarına gözlerinde ışıltıyla bakan Atsushi’ye çevirdi.
“Ne var?”
Atsushi birkaç saniye boyunca adama sessizce baktı.
“Kibarlığımın karşılığını böyle mi alacaktım… Yanıma gelme nezaketinde bile bulunmadı…”
Her şeye rağmen gülümseyip işaret parmağıyla yerdeki parçaları gösterdi.
“Yerdeki kan lekelerini temizlediğinizi söylemiştiniz öyle değil mi?”
Genç adam kafasını onaylarca salladı.
“Fakat nasıl oluyor da cam parçalarında tek bir kan lekesi olmuyor?”
Akutagawa’nın dudaklarının arasından tiksinti dolu bir “cık” duyuldu. Atsushi kendini yeni bir iğneleme dalgası için hazırladı.
“Sen beni aptal mı zannettin? Tabi ki de kanlı cam parçalarını temizleyip yerine yerleştirdim. Olayın fazla uyku ilacı alıp intihar etmiş gibi görünmesi gerekiyordu. Ama…”
“Ama bunu yaparken başındaki yara izini tamamen aklınızdan çıkarmıştınız öyle değil mi?”
“Ne kadar acınası, öyle değil mi?”
Akutagawa başını çevirip elleriyle yeniden şakaklarını ovmaya başladı. Kendi kendine mırıldanıyordu.
“Ben de uyumak istiyorum. Tıpkı Dazai-san gibi… Uzun bir uykuya ihtiyacım var…”
Atsushi iç geçirip gözlerini yeniden parçalara dikti.
“Akutagawa-san, yerleri temizlediğiniz paspası görebilir miyim?”
Genç adam dönüp cevap vermeden eliyle kapının arkasını gösterdi. Kapının arkasında duran paspas temizlenmemişti. Rengi kirli beyazdan açık kırmızıya doğru geçiş yapıyordu. Atsushi eğildi ve dokunmadan paspası inceledi.
“Bu durumda başka bir cisimle saldırmış olabileceğini düşünemeyiz. Zaten dairede de buna benzer bir şey bulamamışlar.”
Uçları kırmızıya bulanmış paspası olduğu yere bıraktı ve Chuuya’nın yanına geri döndü.
“Chuuya-san, şu bahsedilen uyku haplarını görmem mümkün mü?”
Adam kafasını sallayıp elini ceketinin cebine soktu. Şeffaf paket içinde bir kutu uyku hapı bulunuyordu. Atsushi pakedi açıp kutuyu yakından inceledi. Sıradan bir uyku hapıydı. Üzerine tükenmez kalemle yazılmış bir kullanma talimatı bile vardı. Kutuyu açıp içini inceledi. Küçük yazılı uzun bir reçete ve kullanılmış iki tablet hap. Atsushi gözlerini kısıp tabletleri inceledi. Her nedense iki tablet de birbirinden farklıydı. Kutu üzerinde ismi yazan hapın bulunduğu tablet birkaç defa kullanılmıştı ancak yabancı tabletten yalnızca bir tane kullanılmıştı.
“'Exanimis'? Bunun bu kutuda ne işi var?”
“Dazai aldığı ilaçları unutmamak için aynı kutuya koyuyordu herhalde.” dedi Chuuya gözlerini devirerek. “Bunak büyük annem de aynısını yapardı. Ne ortak nokta ama.”
Atsushi, Exanimis denen farklı tablete yeniden baktı.
“Bunun ne işe yaradığına baktınız mı?”
“Ben de bunu sormanı bekliyordum.”
Chuuya cebinden katlı halde bir takım kağıtlar çıkardı ve ona uzattı. İki sayfadan oluşan belgeyi gözleriyle hızlıca taradı Atsushi. İlk sayfa ilaçların içeriği ve yapıldığı maddelerle ilgiliydi.
İkinci sayfa ise kurbanın kan tahliliydi.
Atsushi gözlerini kocaman açtı ve dudaklarını birbirine bastırdı.
“Tam da tahmin ettiğim gibi…”
Chuuya sırıtarak bakıyordu yüzüne.
“Ney o? Söyle de öğrenelim.”

“Bana bunu neden yapıyorsunuz…”
Atsushi, Akutagawa’nın kolunu omzuna atarak yükünü üzerine almış, yavaş adımlarla onu kurbanın yattığı kanepenin kenarına oturtmuştu. Siyah saçlı genç adam ise durumdan hiç hoşnut değildi: Alkollüydü, başı ağrıyordu ve öldürdüğü adamın baş ucunda durmak kendisine tarif edilemez bir acı veriyordu. Yüzünde belli belirsiz bir gülümsemeyle neredeyse huzur dolu bir şekilde uyumakta olan Dazai’nin etrafında toplanmış üç adam uzaktan bir tiyatro sahnesini andırıyordu.
Atsushi boğazını temizledi ve Akutagawa’nın yüzüne bakarak konuşmaya başladı.
“Sizinle konuşurken ne dediğimi hatırlıyor musunuz?”
“Şunu hatırlıyor musunuz, bunu hatırlıyor musunuz… Canımı sıkmaya başlıyorsun artık.”
Atsushi’nin gözleri bir anlığına Chuuya’nınkilerle buluştu. Chuuya gözlerini devirerek devam etmesini işaret etmişti.
“Pekala. Öncelikle olayları Akutagawa-san’ın ağzından duyduklarımla anlatacağım. Sonraysa ‘asıl’ olanları anlatacağım.”
Akutagawa’nın gözleri kısılıp kaşları çatıldı. Atsushi devam etti.
“Akutagawa-san tıpkı kendisine söylenilendeki gibi akşam saatlerinde Dazai-san’ın kapısını çaldı. Dazai-san’ın Akutagawa-san’ı çağırma sebebi ona önemli bir ‘ders’ vermek istemesiydi. Lütfen yanıldığım yerlerde beni düzeltmekten çekinmeyin.”
Atsushi aralarda duraksıyor ve yanındaki genç adamdan onay manasında bir hareket bekliyordu. Fakat Akutagawa gözlerini ayırmadan elinin altında yatan değerli dostuna bakıyordu. Ağlamak üzere olduğu her halinden belliydi.
“Buraya birinci soru işaretini koyuyorum. Bu olayları Dazai-san’ın Akutagawa-san’a ettiği hakaretlerin ve kışkırtmaların izlediğini görüyoruz. Neden ders vermek isteyen bir insan karşısındakini kışkırtmak ister? Akutagawa-san Dazai-san’ın kendisini asla kabul etmeyeceğini söylediğini hatırlıyorum. Bu durumda mağdur olan kişi Akutagawa-san’mış gibi görünüyor.”
“Ders vermek isteyen insanın karşısındaki insanı sarhoş etmesi gibi saçma sapan bir durum da var ayrıca.” diye ekledi Chuuya. Atsushi onaylamıştı.
“Kesinlikle. Akutagawa-san’nın söylediğine göre, kendisi Dazai-san’ı elindeki içki bardağıyla öldürüyor ve ona intihar etmiş süsü veriyor. Fakat onu öldürdüğünü kesin bir şekilde hatırlamıyor. Yerdeki kan izlerini ve kana bulanan parçaları temizliyor. Fakat sonradan başındaki yarayı saklayamayacağını fark ediyor.”
Atsushi kapıya doğru yürüyüp arkasından paspası çıkardı ve kanlı tarafını havaya dikti.
“Paspasa dikkatli bakın. Akutagawa-san’ın temizlediği kanın rengi hala parlak tonda bir kırmızı. Uzun süre bekleyen bir kan lekesinden oldukça uzak. Kan lekesi zaman geçtikçe kurur ve rengi koyulaşır. Ve bunun olması uzun zaman almaz. Bu da bizi bu sıvının kan olmadığı sonucuna götürüyor.”
Akutagawa şaşkınlıkla kafasını çevirip Atsushi’ye baktı. Atsushi buna karşılık tatlı tatlı gülümsemişti.
“Paspastaki sıvının Dazai-san’ın başındakiyle aynı olduğunu teyit ettim. Garip kokusundan da anlaşılacağı üzere bir çeşit boya olabilir. Şimdi ikinci soru işaretini koyuyorum. Eğer kan sahteyse tüm bunlar nasıl oldu? Tüm bunlara Akutagawa-san’ın değil de bir başkasının bakış açısından baksak iyi olacak. Mesela…” Atsushi bakışlarını kanepede yatan adama çevirip parmağıyla gösterdi. “Mesela Dazai-san’ın.”
Akutagawa her an saldırmak üzere duran bir yırtıcı hayvan gibi kanepenin köşesine tırnaklarını geçirmiş, Atsushi’nin söyleyeceklerine kulak kesilmişti. Tüm bu söylediklerinin nasıl sonuçlanacağını biliyor gibiydi.
“Dazai-san Akutagawa-san’ı ona bir ders vermek amacıyla evine davet ediyor. Fakat ders vermek yerine onu sarhoş edip hakaretler savuruyor ve kışkırtıyor. Yanılmıyorsam ‘herkese kolayca güvendiği’yle ve ‘birilerinin kendisini almaya geleceği’yle ilgili bir şeyler söylüyor. Bunları önemli oldukları için bir kenara bırakıyorum. İşte tam bu arada, devreye bu küçük dostlar giriyor.”
Atsushi uyku haplarını herkesin görebileceği bir noktaya kaldırıp gösterdi. Akutagawa kafasını sağa sola sallamıştı.
“Bu… imkansız.”
“Dazai-san ‘herkese kolayca güvenen’ konuğuna bir ‘ders’ vermek amacıyla o gelmeden önce içkisine bir uyku hapı atıyor. Muhabbet ilerledikçe Akutagawa-san uykunun tuzağına yakalanıyor ve Dazai-san sinsi planını uygulamaya başlıyor.“
Akutagawa ayaklanıp Atsushi’nin yakasına yapıştı ve avazının çıktığı kadar bağırdı.
“Saçmalama! Ne demek istiyorsun sen!? Dazai-san intihar etmiş olamaz!”
Atsushi, Akutagawa’yla göz göze gelip mırıldandı.
“İntihar etti demedim. Söyleyeceklerimi dinle.”
Yakasını kurtarıp konuşmaya devam etti.
“Öncelikle olayların gerçeklik kazanabilmesi için bardakları aldı ve kendini yaraladı. Bu ince kadehler birilerini hafifçe yaralayabilir ancak asla öldüremez. Bunu her kim olsa söyleyebilir. Olaylara biraz daha hareket katmak için başına ve yerlere bahsi geçen kırmızı sıvıdan döktü. Şimdi son sorumu soruyorum. Tüm bunlar birer düzmeceyse Dazai-san nasıl öldü? Ve sebebi ne?”
Yeniden elindeki ilaç kutusunu gösterdi Atsushi. Hikayesinin sonuna geliyordu.
“Chuuya-san’la birlikte kutunun içinde başka bir ilacın daha olduğunu fark ettik. Elimdeki rapora göre Exanimis denen bu hap tıpkı kutunun içindeki diğer hap gibi bir nevi uyku ilacı görevi görüyor. Fakat bünyeyi öyle etkiliyor ki hasta uyku halindeyken neredeyse ölü gibi görünüyor. Nefes alış verişleri ve nabzı saptanamayacak kadar düşüyor. Hastayı uyandırmak için onu hafifçe sarsmak yeterli oluyor. Elimdeki kan tahlili sonucuna göre kurbanın Exanimis’i aldığı görülüyor. Yani diğer bir değişle…”
Akutagawa titrek bir sesle araya girdi.
“Yani Dazai-san…”
“Hala yaşıyor.” Chuuya kafasını onaylarca salladı. “Tebrikler Atsushi. İyi iş çıkardın.”
“S-sahi mi?” Atsushi dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi. Chuuya parmaklarını esnetip ceketini çıkardı ve kanepenin kenarına bıraktı.
“Foyan ortaya çıktığına göre artık işimi yapsam iyi olacak. Seni almaya geldim baş belası.”
Kızıl saçlı dedektif diğer ikisinin şaşkın bakışları altında hızla kanepede yatan adamın üzerine çullandı. Bacaklarını iki yana açarak üzerine zıplamış ve adamın aniden öksürerek yerinde kıvranmasına sebep olmuştu. Akutagawa olduğu yerde irkilip bir adım öne atıldı. Fakat anında Atsushi tarafından durduruldu.
“Araya girmemeni tavsiye ederim. Chuuya-san kızgın görünüyor.”
Akutagawa ne dediğini anlayamamış olsa da dediğine uymaya karar vermişti. Chuuya öksürük krizi geçiren adamı uyandırmak için "hafifçe" sarsıyor arada bir tokatlar savuruyordu.
“Kendine gel adi herif. Seni öbür dünyaya göndermeye geldim.”
Dazai öksürük krizini atlatır atlatmaz hışımla doğrulmuş ve Chuuya’nın kollarından tutup arkasına bağlamıştı. Bunca zaman ölü zannedilen Dazai şimdi gözlerini açmış gülümseyerek üzerinde tepinen ‘minik’ canavara bakıyordu.
“Ahh… Geleceğini biliyordum. Benim için geleceğini biliyordum. Endişelendin değil mi? Doğruyu söyle.”
“Bırak… beni… be!” Chuuya ellerini kurtarmak için çabaladıkça Dazai bileklerini daha çok sıkıyordu. Neredeyse burun buruna duruyorlardı. Chuuya patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Dişlerini gıcırdatarak hırladı. Dazai ise ona gülerek karşılık verdi.
“Yanlış anlaşılmaktan mı korkuyorsun yoksa?”
“Ne saçmalıyorsun Dazai!? Uyku hapı beyin hücrelerini mi öldürdü?” Yeniden çırpındı. “Rahat bırak dedim sana!”
Atsushi kafasını çevirip Akutagawa’ya doğru mırıldanmıştı.
“Tanışıyor olmalılar.”
Akutagawa karşılık verdi.
“Ne diyeceğimi bilemiyorum. Eve gitmek istiyorum.”
Atsushi elini ağzına götürüp Chuuya’ya seslendi.
“Chuuya-san, yemek ısmarlama işini sonraya bırakabiliriz!”
Akutagawa arkasından öksürdü.
“Beni akladığın için bu sefere mahsus ben de ısmarlayabilirim.”
“Sahi mi?”
Dazai yaklaşıp Chuuya’nın kulağına fısıldadı.
“Baş başa kaldık sanırım.”
Chuuya tepeden tırnağa kıpkırmızı olmuştu. Ancak bu kırmızılık duyduğu utancın bir göstergesinden ziyade içindeki canavarın ortaya çıkışının bir simgesiydi. Dazai ne olduğunu anlayamadan suratına bir yumruk yedi ve bunu daha önce hiç duyulmamış küfürlerle süslenmiş bir başkası izledi.
“Seni ayaklı hıyar, ne cüretle en yorgun olduğum gün beni böyle boktan bir oyunla kandırırsın!? Daha ilk gün seninle tanışacağıma kafama sıksaydım daha iyiydi! Hayır, o gün senin kıçını havaya uçurmalıydım! İstediğin de bu değil miydi zaten adi herif!?”
“Chuuya-san!”
Atsushi iyi bir fikir olmadığını bildiği halde patronunu davanın gerçek katili olmaktan kurtarmak adına yaklaşıp kollarından tuttu.
“Bırak beni! Yüzünü tanınmaz hale getirene kadar pataklayacağım onu!”
“Lütfen sakin olun!”
Dazai çapraz şekilde yüzüne siper ettiği kollarını açıp ikisine baktı.
“Tanrım, ne tatlı bir asistan. Senin için biraz fazla bu Chuuya.”
“Sen hala konuşuyor musun?” Tam yumruğunu kaldırmıştı ki Atsushi yeniden onu durdurdu. Chuuya’nın zorlukla ikna olmasıyla dosya kapanmış ve ortalığı huzur dolu bir sessizlik kaplamıştı. Akutagawa değer verdiği adamın hala hayatta oluşuna sevinmiş ancak bu olaydan sonra içinde buruk bir his kalmıştı. Atsushi hak ettiği övgü ve ödülü almıştı: patronu tarafından güzel bir akşam yemeğine davet edilmiş, karnını tıka basa doldurmuştu. Ancak ilerleyen saatlerde sinirini yatıştırmak için fazla alkol alıp sarhoş olan patronunun saatlerce gevezelik edişiyle uğraşacağından habersizdi.
Yine de, sıkıcı raporlarla başlayan dayanılmaz bir akşamın bu denli ilginç bir hal almış olmasından memnundu.

✲✲✲✲✲✲

Son Notlar
“Ama insan dünyaya bir değişiklik yaratmak için geldiyse elindeki yeteneği kullanmaktan çekinmemeli. Sevdiğim bir yazar yeteneği olan birinin bunu saklayıp bundan dolayı acı çekmemesi gerektiğini, bu şekilde ancak hayatı kendine bir cehenneme çevirebileceğini söyler.”
Atsushi'nin bahsettiği yazar Edgar Allan Poe. Animede yahut mangada Atsushi'nin Poe'ya ilgi duyduğuyla ilgili bir ibare yok, gerçek kişiliğin de ilgi duyup duymadığıyla ilgili bir bilgim yok. Yalnızca Poe'nun büyük bir hayranı olarak ona alıntı yapmak istedim.
“Ben de uyumak istiyorum. Tıpkı Dazai-san gibi… Uzun bir uykuya ihtiyacım var…”
Akutagawa'nın Dazai'yi intihar etmiş gibi gösterme planını gerçek Akutagawa Ryuunosuke'nin intihar olayından esinlenerek yazdım. Uyku sorunları çektiği için daima birilerinin kendisini öldürmesini istediğini ve sonunda da aşırı dozda uyku ilacı alarak intihar ettiğini okumuştum. Keşke aldığı ilaçlar Exanimis tarzı bir ilaç olsaydı...
Exanimis: Latincede "ölü, nefessiz" anlamına geliyor. Gerçekte böyle bir ilaç yok ama gösterdiği etkileri tamamen karşılayan bir çeşit zehir olduğunu okumuştum.

Yazar Notu
Buralara kadar gelip hikayemi okuduysanız hepinize teşekkür etmek istiyorum. Lütfen hikayemle ilgili yorumlarınızı ve sorularınızı yazmaktan çekinmeyin. Yeniden teşekkürler! 
Tasarım: Zuri