2017/10/26

Karalama Defteri

Merhaba millet!
Son zamanlarda deliliğin pençesine düşmemek adına moralimi yerine getirici nitelikte hikayeler yazmakta olduğumu siz de fark etmişsinizdir.

Daha önce yazdığım hatalarla dolu fakat beni mutlu eden hikayelerimi de bir araya toplayarak Karalama Defteri adında bir sayfa oluşturdum.

Sayfayı yukarıda da görebilirsiniz. Hani şu çubukta.

Olur da ölürsem o hikayelerin altında dua falan paylaşmayın ama olur mu. (Facebook duacılarına gönderme yapıyorum bana aldırmayın.) Onları okuyup gülümseyin.
Benden geriye kalan tek şey olabilirler.

Görüşmek üzere!

2017/10/04

Bir Şaka (Kısa Hikaye) Bölüm 2

Osamu şahit olduğu şeyden sonra gerçekten hayatta olup olmadığından şüphe etmeye başlamıştı. Belki de bugün hiç yatağından kalkmamıştı. Çırağıyla telefonda görüşmemiş ve dükkâna da gelmemişti. Çoktan öbür dünyayı boylamış, anılarından birinde bozuk bir plak gibi takılı kalmıştı belki de. Fırfırlı elbisesiyle dükkânın içinde bir kelebek gibi dönen bu genç kadın da Tsukiko’nun geçmişteki yansımalarından biri olmalıydı. Birazdan dönüp adamdan acele edip hazırlanmasını isteyecekti. Yoksa dans akşamına geç kalacaklardı!
Kafasını sağa sola sallayıp gözlerini kırpıştırdı. Böyle bir şey olmasının imkânı yoktu.
“Bay Osamu. Sizi bulduğuma öyle sevindim ki. Size anlatacak çok şeyim var.” Genç kadın dönüp dükkânın içindeki alçak taburelerden birine çökmüş olan ihtiyara bakışlarında hüznün tınılarıyla gülümsedi.
“Annemin vefatını öğrenmiş olmalısınız, değil mi?”
Osamu başını onaylarca salladı. Tsukiko’nun kızının kendisini ziyarete gelmiş olmasına sevinmediğini söyleyemezdi ancak sevdiği kadının kendisi yerine tercih ettiği adamdan bir çocuk dünyaya getirmiş olduğu gerçeği yüreğine büyük bir ağırlığın çökmesine sebep olmuştu.
“Bazı sebeplerden dolayı sizi cenazeye davet edemedik. Lütfen bağışlayın.”
“Önemli değil.”
Osamu oturduğu yerden kalktı. Üstündeki rengi solmuş önlüğü düzeltip atölyesine doğru yürürken ekledi: “Zaten annenle fazla yakın değildik.”
Topuklu ayakkabı seslerinin kendisini takip ettiğini işitti.
“Tıpkı annemin günlüğünde anlattığı gibisiniz. Karizmatik, çekingen… Biraz da yalancı.”
Osamu kaşlarını çatıp gülümsedi.
“Sen de tıpkı annene benziyorsun küçük hanım. Oldukça açık sözlüsün.”
İhtiyar dönüp baktığında genç kızın kollarını birbirine bağlamış tatlı tatlı gülümsemekte olduğunu gördü. Üzerindeki kırmızı elbise ve saçlarındaki çiçekli tokalarla nefes kesici görünüyordu. Tıpkı annesininkileri andıran çiğ damlası misali kıpraşan uzun kirpikleri, elbisesiyle aynı renk minik dudakları ve cam bilyeleri andıran gözleri Osamu’nun kalbinin sıkışmasına sebep oluyordu. Destek aldığı çalışma masasının arkasına geçti ve alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi.
“Ziyaretime gelmene sevindim. Adım ne demiştin?”
“Ah, kusura bakmayın. Adım Hina. Hina Crane.”
“Memnun oldum, Crane hanım.”
“Hina deyin, lütfen.”
“Pekala, Hina-chan.” Osamu dizinin dibindeki tabureye oturup yanındakini de kıza uzattı. Hina tabureye yerleşip çantasından kırmızı kaplı, küçük bir defter çıkardı ve çalışma masasının üzerine bıraktı. Osamu bu defteri çok iyi biliyordu. Genç kadının doğum günü için buluştukları o güneşli Mayıs günü, limonata eşliğinde karaladıkları defterin en son sayfası zihninde tüm canlılığıyla duruyordu hala. Tanışmış olmalarının üzerinden iki sene geçmişti. Çıkmaya başlamalarının üzerinden ise sekiz ay, dört gün…
“Buraya annemin vefat ettiğini söylemek için gelmedim aslında.” Hina kirpiklerinin ardından çekingen bir tavırla Osamu’ya bakıyordu. “Annemin vefatından sonra geride bıraktığı her şeyi inceledim. Mektuplaşmalarınızı okudum, günlüğünü inceledim. Görünüşe göre birbirinizi epey seviyormuşsunuz.”
İhtiyar sessiz kalmayı seçti. Bugün konuşmak istediği son konuydu bu belki de.
“Ve ikiniz de o kadar inatçıymışsınız ki bir şakayı hayat boyu sürdürebilmişsiniz.”
Osamu elini ağzına götürüp homurdandı.
“Ne demek istiyorsun? Kusura bakma ama gördüğün gibi yapacak işlerim var. Belki sonra gelmelisin.”
“Fazla zamanınızı almayacağım. Yalnızca dinleyin. Annemin günlük yazılarında sürekli olarak sizi hayalinizdeki mesleği yapmaya ikna etmek için çabaladığı yazıyor.”
“Bu konuda çok ısrarcıydı, evet.”
“Siz de en az onun kadar inatçıymışsınız. Bir türlü şu anda da yapmakta olduğunuz mesleği bırakmak istememişsiniz.”
Osamu ensesini kaşıyıp iç geçirdi. Bir sigara tüttürmek için nelerini vermezdi şimdi.
“Yapmak istediğimden değildi. Yalnızca babamı tek başına bırakmak istemiyordum. Babam da o zamanlar beni bu mesleği yapmam için zorlamıyordu. Tamamen kendi seçimimdi.”
“Ama annem böyle düşünmüyordu.” dedi Hina, defterin üzerinde duran elini sıkarak. “Bu şekilde hareket ederek kendinizi kısıtladığınızı düşünüyordu. Bu yüzden de size bir şaka yapmaya karar vermişti.”
“Bir şaka mı?”
“Verdiğiniz karara karşılık kendisini bir başkasıyla evleniyormuş gibi gösterirse cayabileceğinizi düşünmüş. Sizi bir nevi ikilemde bırakmak istemiş.”
Osamu genç kızın söylediklerinin üzerinden defalarca geçerek anlam yüklemeye çalışıyor fakat ne kadar denerse denesin başaramıyordu. Duyduklarının gerçekten de bir şaka olduğunu düşünüyordu. Hina konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
“Siz vazgeçmeyince de rakibinizle evlenmiş sanırım. Yani babamla. Annemin ailesi bu duruma çok sevinmiş çünkü o zamanlar ailesinin epey zengin olduğunu yazmış. Ama annem... bundan hiç memnun değilmiş. Aylarca babamın anneme yaptığı eziyetleri yazmış. Onu nasıl defalarca aldattığını… Sizi hep beklemiş. Ve en sonunda da intihar etmiş.”
Osamu nefesinin daralmaya başladığını hissediyordu. Duyduklarını kabullenmek istemediğinden sanki onlarca el boğazına sarılıyor ve onu suçluluk duygusunun en dipsiz noktasına çekmeye çalışıyordu. Tsukiko’nun inatçılığının hafife alınmayacak bir şey olduğunu adı gibi biliyordu lakin bu kadar ileriye gitmiş olabileceğini kendisi bile düşünememişti. Yine de bunları şimdi öğrenmiş olmanın ne kendisine ne de bu dünyada olmayan sevgilisi için bir faydası vardı. Ayaklandı ve önlüğünü çıkarıp bir kenara fırlattı.
“Bunları şimdi konuşmanın hiçbir yararı yok Hina-chan. Şimdi izninle, yapmam gereken işler var.”
Dükkânı kapatıp uzaklaşmak ve duyduklarını unutmak için bünyesine alabileceği her türlü uyuşturucuyu almak istiyordu. Belki de arka arkaya uyku ilacı atar ve kendini zorla bayıltırdı. Daha önce yapmadığı şey değildi. Acaba eskiyen bünyesi bunu kaldırabilir miydi? Seçeneklerini değerlendirirken atölyeden çıkmak üzereydi. Hina adamın koluna yapıştı ve haykırdı.
“Lütfen! Söyleyeceklerim daha bitmedi!”
“Tsukiko’dan ayrılmak benim için yeterince acıydı. Unutulmaya yüz tutmuş acılarımı daha fazla deşmene izin veremem, Hina.”
“Size bunları hatırlatmak ve sizi üzmek gibi bir amacım yoktu. Özür dilerim. Lütfen dinleyin.”
Osamu genç kızın uzanıp elini tuttuğunu fark etti. Hina kenarları yaşlarla bezenmiş gözlerini adamınkilere dikti.
“Annem gittikten sonra bir başıma kaldım. Anneme yaşattıklarından sonra o adama baba demeye bile dilim varmıyor zaten.”
Osamu kaşlarını çatıp iç geçirdi.
“Bu yaştan sonra kimseye babalık yapamam küçük hanım. Eğer istediğin buysa-”
“Sizden böyle bir şeyi nasıl isteyebilirim! Okuduklarımdan sonra kalbimde yalnızca siz varken…”
Hina ihtiyarın elini iyice sıktı ve başını eğip sessizce bir cevap bekledi. Bir kucaklama, kendini çekme yahut bir kelime. Ancak ihtiyardan hiçbir tepki gelmemişti. Sanki kendisine yapılan bu inanılmaz tekliften sonra ruhu bedenini terk etmiş ve taştan bir heykele dönüşmüştü.  Genç kızın söylediklerini doğru anlayıp anlamadığından emin değildi. Bu yüzden ne diyeceğini bilemiyordu. Sonunda bir soruyla sessizliği bozdu.
“Ne demek bu?”
“Cevabınızı bekliyor olacağım.” Hina adamın elini bırakıp geri çekildi. “Bunu size itiraf etmek için çok ama çok düşündüm. Hatta kendimi vazgeçirmek için çok çaba sarf ettim. Ancak kalbime bir türlü söz geçiremedim. Kaç yaşında olduğunuzun benim için hiçbir önemi yok.” Titrek bakışlarını adama çevirip gülümsedi. “Tek istediğim bunca zamandır yüreğinizde bastırdığınız duygulara ulaşmak ve hayatımın geri kalanını sizinle birlikte geçirmek. Bunu lütfen düşünün. Bir hafta sonra yeniden ziyaretinize geleceğim.”
Genç kız, adamın cevap vermesine fırsat bırakmadan aceleci tıkırtılarla dükkândan çıkıp gitti ve Osamu’yu kocaman bir bilmecenin tam ortasında bıraktı.

2017/10/01

Bir Şaka (Kısa Hikaye)

"Bu şekilde karşılaşacağımızı tahmin etmemiştim doğrusu."
Adam yüzünde en ufak bir duygu izi bulundurmaksızın, altı halkalarla sarılmış gözlerini tek bir noktaya dikmişti. Hıristiyan adetlerine göre yapılmış mermerden bir mezar taşıdı baktığı. Üzerine el yazısıyla "Daima Sevgiyle Hatırlanacak". "Sadık bir eş ve sevgi dolu bir anne. Tsukiko Crane." Bir de taşın dibine köklerinden kopmaması için tütsü yerleri yapılmıştı. Tütsüler bir haftadır aralıksız yağan yağmurlardan dolayı bitmeden ıslanıp sönmüşlerdi.
 "O kadar da üzülmedin." diyordu içindeki ses elindeki çiçeği yavaşça tütsülerin arasına bırakırken. Kırmızı zambak. Tsukiko'nun en sevdiği çiçekti. İnancına göre, diğer bir deyişle evlendiği adamın inancına göre yeniden doğuşu simgeler. Acaba Tsukiko bunu biliyor muydu? "Yanındaki mezarı ayırtmak ister miydin? Hani, ne olur ne olmaz?"
İçindeki sesi duymazlıktan gelerek doğruldu ve gitmeden önce son kez mezar taşına baktı eski sevgilisinin.
Bu onu son görüşü olacaktı.

"Bir haftadır devam etmekte olan sağanak yağış tüm şehri felç etmiş durumda. Barajlar doldu ve gördüğünüz üzere arkamdaki yol tamamen su altında. İnsanlar karşıdan karşıya geçebilmek için ya suyun içine dalıyor ya da arkamda gördüğünüz vatandaşlarımız gibi pratik çözümler buluyorlar."
Çamurlu suyun içinde yüzen renkli plaj yatakları. Kahkahalarla gülen insanlar. Ardından kırsal kesimlerden birinde çıkan selde kaybolan insanları konu alan başka bir haber. Ağlayan yüzler, çamurlu suyun içinde yüzen eşyalar.
Kumandayı eline alıp televizyonu kapattı. Medyanın her şeyi malzeme haline getirmesinden oldu olası nefret etmişti. Sonu gelmeyen iç geçirişleri bir paket sigarayı daha tüketmişti. Geniş salonun tavanı dans eden beyaz hayaletlerle doluydu. Özgürlüklerine kavuşabilsinler diye kalkıp pencerelerden birini araladı ve izmarit dolu küllüğü kapanmasını önlemek için önüne koydu. Kırk altı yıllık hayatı boyunca sayısız kez bu hayaletleri biriktirme alışkanlığını bırakmaya çalışmış ancak başarısız olmuştu Osamu. Bu akşam da o başarısız girişimlerinden birine daha imza atmıştı.
"Tebrikler!"
Kendini alkışladı ve ayağa kalkıp pencere dibindeki süs çiçeklerini suladı. Her gün bu küçük şeylerin hayatını bir kademe daha zorlaştırdığından yakınır, her seferinde de yanlarına bir yenisini daha eklerdi. Hareket edemeseler de, konuşamasalar da onları dünyadaki birçok şeyden daha anlamlı ve ilgi çekici buluyordu. Belki de hala hayatta oluşunun sebebi böyle küçük bir şeydi.
Sulama kabını mutfağa geri götürdü. Dönüşte bir çift ölü gözle karşı karşıya gelmişti. Kalbi bir anlığına hızla çırpındı. Ardından iç geçirişlerine bir yenisini ekledi.
"Ah. Benmişim."
Aynada çökmüş gözaltlarını ve hafiften beyazlayan saçlarını inceledi. Yaşlanmaya dair işaretler boy göstermiş olmasına rağmen senelerdir yüzünde belirgin bir değişiklik olmamıştı. Sanki kendini bildi bileli bu haldeydi. Bir altmış beş boy, siyah düz standart kesim saçlar, kemikli eller, ölü gözler.
Ölü gözlerin yaşlanmayla uzaktan yakından alakası yoktu.
Ölü gözler hep vardı. Ve bundan sonra da olacaktı.

Biip biip. Gün değişimi.
Ölü gözler dönüp duvarda asılı saate baktı. Saatin ortasındaki tarih bölmesi iki Kasım'ı gösteriyordu. Saatin sesi onu uyandırana kadar kanepesinde uyukladığının farkında değildi.
"Doğum günün kutlu olsun." dedi kendi kendine. "Sürprizlere açık ol, Osamun. Kim bilir, belki hayatının mucizesiyle karşılaşırsın."
Bunu söylerken Tsukiko'yu taklit etmişti.
"Hayatımın mucizesi benden seneler önce ayrılıp bir yabancıyla evlendi ve uzaklara gitti. Şimdi o kadar uzakta ki, artık bu dünyada bile değil."
Kalkıp pencereyi kapattı ve ışıkları söndürdü.
"Mucizeler ancak bir çocuğun inanabileceği ölçüde gerçek."


"Sen benim gibi biri için fazlasın Osamu. Benim gibi basit insanlar kendilerine benzer kişilere âşık olur."

Sancılı bir uykunun ardından zorlukla uyanabilen ihtiyarın gözleri açılır açılmaz duvardaki saate odaklanmıştı. Tik takları odanın içinde yankı yapan saatin akrebi öğleni gösteriyordu.
"Dükkân açmak için geç bir saat. İyi ki çırağım var."
Telefonunda biriken arama kayıtlarını ve mesajları gördüğünde mutfakta kendine çay hazırlamaktaydı. Çaysız gün başlamazdı. Bu gençlik günlerinden beri değişmez bir kuraldı. Gelen mesajlara karşılık vermekle uğraşmak yerine (Hem zaman kaybıydı hem de bu yeni nesil araçlarla arası pek iyi değildi.) mesajların sahibi olan çırağını aradı. Daha ilk çalmada telefon açılmış, karşıdaki ses panik ve tedirginlikle titreyerek konuşmaya başlamıştı.
"A-alo? Alo? Sensei?"
"Wataru-kun? Merhaba. Beni aramışsı-"
Karşıdaki ses Osamu'nun konuşmasını bitirmesine fırsat bırakmadan konuşmaya devam etti.
"Bana çok kızgın olduğunuzun farkındayım! Dükkâna geç gelir yahut önceden mazeret bildirmezsem önlüğümü dükkâna bırakıp gözünüze gözükmememi söylemiştiniz! Ama gerçekten arama fırsatını bulabilseydim sizi haberdar edecektim! Geri arayıp bir şans daha verdiğiniz için çok teşekkür ederim!"
Wataru'nun telefonun öbür ucunda yerlere kadar eğildiğini görür gibi olmuştu Osamu. Sırıtarak çayını yudumlarken cevap verdi.
"Neymiş bu mazeretin bakalım?" Sesi kendinden emin ve biraz da kızmış gibi geliyordu kulağa. Sanki öğlene kadar uyuklayan sorumsuz usta kendisi değilmiş gibi.
"E-eşim efendim. Dün gece doğum yaptı."
Osamu'nun gözleri şaşkınlıkla açıldı.
"Aileye küçük bir baş belası geldi. Tebrikler Wataru." İçindeki ses bir kez daha patavatsızlığını ortaya koyuyordu.
"Öyle mi? Tebrik ederim." diyebildi sadece.
Wataru konuşmanın geri kalanında bugün dükkâna gelemeyeceğini her cümlesinin başında özür ifadeleriyle bildirip görüşmeyi bitirdi. Dükkân açacak bir çırak olmadığından ustanın daha fazla uyuşukluk yapmak gibi bir ayrıcalığı olamazdı. Çayını içip hazırlandı ve vakit kaybetmeden dükkânının yolunu tuttu.

Dükkânın ahşap kapıları minik tıkırtılar çıkararak açıldı. Şimdi dükkân sahibinin geç de olsa her zamanki ritüeli uygulama vaktiydi. Kendini bildi bileli bu atölyesiyle birbirine bağlı bulunan seramik eşya dükkânında çalıştığından, kapıları açıp üzerinden temizlik yapmak ve komşu dükkânların sahipleriyle havadan sudan konuşmak gibi şeylere çoktan beri alışmıştı. Geleneksel seramik boyamacılığı babasından Osamu'ya kalmış tek cevherdi. Ölmeden önceki son saatlerini bile bu atölyede, üzerinde lekeli bir önlük ve elinde fırçayla geçiren ihtiyar adam, zanaatının ne kadar çok devam etmesini istemiş olsa da Osamu'yu hiçbir zaman kendi işini yapması için zorlamamıştı. Ama Osamu, çok sevdiği babasından kalan anıların yerleştiği bu dükkânı öylece tek edememişti.
"Bu aptallık!"
Çalışma önlüğünü üzerine giyerken Tsukiko'nun bir martıyı andıran ince sesi kulaklarında yankılandı. Dün yarım bıraktığı işine devam etmek için hemen atölyeye geçmişti. Zaten bu saatte pek gelen gidenin olacağını da zannetmiyordu.
"Neden yazmak gibi harika bir yeteneğin varken bunu baba mesleğinin ardına saklıyorsun?"
Yazar olmak genç bir delikanlıyken Osamu'nın tek hayaliydi ve Tsukiko'nun da sık sık onu desteklediği olurdu. Ama babasının ölümünden kendini koparamayınca bu hayalinden vazgeçmişti.
"Belki de Tsukiko haklıydı." diye düşündüğü oluyordu. Ama bu yine de onun kendisine yaptıkları için bir mazeret olamazdı.

Düşüncelere dalmış halde safir rengi boyaya bulanmış ince fırçasını dikkatle ve incelikle seramik kâsenin üzerinde gezdirirken dükkânın kapı zillerinin çaldığını işitti.
Ah. Beklenmedik bir müşteri.
Fırçasını ve kâsesini yavaşça bırakıp dükkâna açılan ara kapıya koştu. Gelen müşteri, daha doğrusu bir misafirdi, Osamu'nın kapının eşiğine çakılıp kalmasına ve kısa süreliğine düşünce yetisini kaybetmesine sebep olmuştu.
Siyah düz saçları omuzlarına dökülen bir bayandı karşısındaki. Minik dudaklarıyla belli belirsiz gülümsüyor, cam gibi ışıldayan gözleriyle Osamu'yu süzüyordu.
"Affedersiniz. Seramik boyacısı Osamu Bey siz misiniz?"
Osamu'nun midesi artık arıların durmaksızın girip çıktığı bir kovandı sanki. Hızlanan kalp atışlarına engel olamıyordu. Benzerlik kaçınılmazdı. Bu genç kadın Tsukiko'nun bir kopyasıydı adeta.
Tereddütle kafasını sallarken genç bayan sekerek ona yaklaştı ve ansızın kollarını adamın etrafına dolayıp onu sıcak bir kucaklamanın içine hapsetti.
Osamu hareket edemiyor, düşünemiyordu. Etrafını saran çiçek kokusu anılarını da beraberinde getirmiş, hüzünle karışık bir uyuşukluğun pençesine düşmüştü. İnce, martıyı andıran hayaletin sesi bir kez daha bilinçaltında yankılandı.

"Sürprizlere açık ol Osamun! Kim bilir, belki hayatının mucizesiyle karşılaşırsın." 

Tasarım: Zuri