2016/03/04

Japon Şehir Efsaneleri 2: Hachishaku-sama

Merhaba millet! Bu yazımda beni oldukça ürküten bir şehir efsanesinden bahsetmek istiyorum. Bir önceki yazımda bilinen ve filmlerde ismi geçen bazı efsanelerden bahsetmiştim. Bu yazıda Hachishaku-sama'yla tanışacak ve onun hakkında ürkütücü bir hikaye okuyacağız. Hazır olun~


Hachishaku-sama, adının da belirttiği üzere iki buçuk metre uzunluğunda ve çocukları hedef alan bir kadın. Beyaz bir elbise giyer ve yürürken "Po...po...po..." diye ses çıkarır. Bir çocuğu beğendiği zaman onu kendine çekmek için her türlü oyunu oynar. 

İşte onunla ilgili anlatılan hikayelerden biri...

Dedemler Japonya'da yaşardı. Her yıl ailem onları ziyarete giderken beni de yanlarına alırlardı. Küçük bir köyde, arka bahçesi büyük bir evde otururlardı. Yazın orada oynamayı çok severdim. Geldiğimizde dedem ve büyük annem beni kollarını açarak karşılarlardı. Tek torunları olduğum için beni hep şımartırlardı.

Onları son görüşüm 8 yaşındayken gittiğim yazdı.

Her zamanki gibi Japonya'ya bir bilet almış ve hava alanına indiğimizde köylerine arabayla gitmiştik. Beni gördüklerine çok sevinmişler ve bana verecek bir sürü küçük hediye hazırlamışlardı. Annem ve babam baş başa vakit geçirmek istediklerinden birkaç gün sonra Japonya'nın başka bir yerine gitmişler ve beni dedemlere emanet etmişlerdi.

Bir gün arka bahçede oynuyordum. Dedemler evin içerisindeydi. Sıcak bir yaz günüydü ve dinlenmek için çimenlerin üzerine uzanmıştım. Bulutlara bakıp yüzüme vuran ince güneş huzmelerinin ve rüzgarın tadını çıkarıyordum. Tam yerimden kalkmak üzereyken bir ses işittim.

"Po...po...po...po...po..."

Ne olduğunu anlayamamıştım ve nereden geldiğini bilmek imkansızdı. Sanki sesi birileri çıkarıyormuş gibiydi, sanki biri derin, erkeksi bir sesle "Po...po...po..." diyordu.

Sesin kaynağını arama gayesiyle etrafıma bakınıyordum ki arka bahçeyi saran uzun çitlerin üstünde bir şeyin durduğunu fark ettim. Bir hasır şapka. Aslında üstünde değil de arkasında duruyordu. Sesin geldiği yer de orasıydı.

"Po...po...po...po...po..."

Sonra şapka birileri onu giyiyormuş gibi hareket etmeye başladı. Şapka çitlerin arasında durunca o aradan bir yüzün bana baktığını fark ettim. Bir kadındı. Ama çitler uzundu...neredeyse iki buçuk metre kadar...

Kadının bu kadar uzun olmasına şaşırmıştım. Cambaz ayaklığı ya da bir çeşit uzun topuklu ayakkabı giyip giymediğini merak etmiştim. Çok geçmeden kadın ortadan kayboldu ve o garip ses de onunla birlikte silinip gitti.

Şaşkınlıkla ayaklandım ve içeriye girdim. Dedemler mutfakta oturmuş çay içiyorlardı. Masaya oturdum ve bir süre sonra gördüklerimi onlara da anlattım. Benimle pek ilgilenmiyorlardı...taa ki o garip sesi çıkarana kadar.

"Po...po...po...po...po..."

Sesi taklit edince ikisi de aniden donakalmıştı. Büyük annemin gözleri irileşti ve eliyle ağzını kapattı. Dedem birden ciddileşip beni kolumdan kavradı.

"Bu çok ciddi..." dedi bana telaşlı bir biçimde. "Bize boyunun...tam olarak ne kadar olduğunu söylemelisin."

"Bahçe çitleri kadar uzundu." dedim korkmaya başlayarak.

Dedem beni soru yağmuruna tutmaya başlamıştı. 

"Nerede duruyordu?"

"Bu ne zaman oldu?"

"Sen ne yaptın?"

"Seni gördü mü?"

Elimden geldiği kadarıyla sorularına yanıt vermeye çalıştım. Dedem aniden koridora fırladı ve birilerini aradı. Ne konuştuğunu duyamamıştım. Büyük anneme baktım, titriyordu.

Dedem yeniden içeriye daldı ve büyük anneme hitaben konuşmaya başladı.

"Bir süreliğine çıkmam gerek." dedi. "Sen burada çocukla kal. Ve sakın gözünü ondan ayırma."

"Neler oluyor dede?" dedim ağlamaklı bir sesle.

Bana üzgün gözlerle bakıp "Hachishaku-sama seni beğenmiş." dedi ve aceleyle evden çıkıp kamyonetiyle buradan uzaklaştı.

Büyük anneme dönüp "Hachishaku-sama kim?" diye sordum.

Titreyen sesiyle bana "Endişelenme." dedi. "Deden bir çaresini bulacak. Korkacak bir şey yok."

Gerginlikle mutfakta oturup dedemin dönüşünü beklerken büyük annem bana neler olup bittiğini anlattı. Çevreye musallat olan şey hakkında bir şeyler söyledi. Boyundan dolayı ona "Hachishaku-sama" diyorlarmış. Japoncada "Hachishaku", "İki buçuk metre" demekmiş.

Aşırı derecede uzun boylu bir bayan suretinde görünür ve derin bir erkek sesiyle "Po...po...po..." dermiş. Kişiden kişiye farklı görünebilirmiş. Kimisi onu kimonolar içinde duran yabani, yaşlı bir kadın olarak, kimisi ise beyaz ölü kefeni içinde duran bir kız olarak görürmüş. Hiç değişmeyen bir şeyi varsa o da boyu ve çıkardığı sesmiş.

Uzun zaman önce keşişler onu yakalayıp köyün dışında yıkıntılık bir evin içine hapsetmeyi başarmışlar . Onu "Jizou" adını verdikleri dini heykelleri yıkıntılığın dört bir yanına koyarak hapsetmişler ve oradan çıkabilmesinin imkanı yokmuş. Ama nasıl olduysa bir şekilde kaçmayı başarabilmiş.

En son gördüklerinde 15 sene önceymiş. Büyük annem Hachishaku-sama'yı gören her kimse birkaç gün içinde kaderinin ölümle kesiştiğini anlattı.

Kulağa oldukça aptalca geliyordu, inanıp inanmamam gerektiğini bilmiyordum.

Dedem yanında yaşlı bir kadınla geri dönmüştü. Kadın isminin "K-san" olduğunu söyledi ve elime buruşmuş bir kağıt parçası sıkıştırıp "Bunu al ve yanından ayırma." dedi. Sonra da dedemle ikisi bir işlerini halletmek için merdivenlerden yukarı çıktılar. Bir kez daha büyük annemle mutfakta baş başa kalmıştım.

Tuvalete gitmem gerekiyordu. Büyük annem benimle tuvalete kadar geldi ve kapıyı kapatmama izin vermedi. Tüm bunlar beni iyice korkutmaya başlamıştı.

Bir süre sonra dedem ve K-san beni yukarı çağırıp odama götürdüler. Pencereler gazetelerle kaplanmış ve üzerilerine bir sürü dua yazılmıştı. Odanın dört köşesine içinde tuz bulunan birer küçük kase ve odanın ortasında da ahşap bir kutunun üzerinde duran bir Buda heykeli vardı. Bir de parlak mavi renkte bir kova...

"Kova ne için?" diye sordum.

"Tuvalet ihtiyacını karşılaman için." dedi dedem bana.

K-san beni yatağıma oturtup konuşmaya başladı. "Yakında güneş batacak, bu yüzden beni dikkatlice dinle. Yarın sabaha kadar bu odadan dışarıya çıkmamalısın. Yarın sabah saat yediye kadar ne olursa olsun asla bu odadan çıkma. Zamanı gelene kadar ne deden ne de büyük annen seninle konuşacak. Unutma, sakın ama sakın odadan dışarıya adımını atma. Neler olduğunu annen ve babana ben anlatacağım."

Ses tonu o kadar ciddiydi ki tek yapabildiğim sessizce kafamı sallamak olmuştu.

"K-san'ın dediklerini yapmalısın." dedi dedem. "Ve sana verdiği kağıdı sakın bırakma. Bir şey olursa Buda'ya dua et. Biz gittikten sonra kapıyı kilitlediğinden de emin ol."

Koridora çıktılar, onlara veda ettikten sonra odamın kapısını kapatıp kilitledim. Televizyonu açıp izlemeye çalıştım ancak o kadar gergindim ki midem kasılıyordu. Büyük annem benim için biraz atıştırmalık ve pirinç topu bırakmıştı ama yiyemedim. Hapisteymişim gibi hissediyordum, baskı altındaydım ve korkmuştum. Yatağıma uzanıp bekledim. Çok geçmeden uykuya dalmıştım.

Uyandığımda saat biri geçmekteydi. Aniden bir şeyin pencereme vurduğunu duydum.

"Pıt, pıt, pıt, pıt, pıt...."

Tüm kanımın yüzümden çekildiğini ve kalbimin deli gibi çarpmaya başladığını hissettim. Umutsuzca kendimi sakinleştirmeye çalıştım rüzgarın sesidir ya da ağacın dalları çarpıyordur diye. Sesi bastırmak için televizyonun sesini açtım. Sonunda ses kesildi.

Ama o an dedemin bana seslendiğini duydum.

"İyi misin?" diyordu bana. "Korkuyorsan orada tek başına kalmak zorunda değilsin. Yanına gelip seninle oyalanabilirim."

Gülümsedim ve hışımla kapıyı açmaya koştum ama aniden duraksadım. Vücudumdaki tüm tüyler havaya kalkmıştı. Kulağa dedemin sesi gibi geliyordu ama nedense biraz farklı gibiydi. Ne olduğunu açıklayamıyordum ama öyleydi...

"Ne yapıyorsun?" dedi dedem. "Kapıyı açsana."

Göz ucuyla sol tarafıma baktım ve tüylerim diken diken oldu bir kez daha. Kasenin içindeki tuz yavaşça siyah renge bürünüyordu.

Kapıdan uzaklaştım. Tüm vücudum korkuyla titriyordu. Buda heykelinin önünde diz çöktüm  ve bana verilen kağıdı sıkıca kavradım. Yardım için durmadan dua ettim.

"Lütfen beni Hachishaku-sama'dan koru..." diye yalvardım.

Ve o anda dışarıdaki sesin şöyle dediğini duydum.

"Po...po...po...po...po...po..."

Penceredeki ses yeniden başlamıştı. Korku içinde heykelin önünde büzüştüm ve tüm geceyi ağlayıp dua ederek geçirdim. Hiç bitmeyecek zannetmiştim ama neyse ki sabah olmuştu. Kaselerin içindeki bütün tuz kapkara olmuştu.

Saatimi kontrol ettim. Yedi buçuktu. Dikkatlice kapıyı açtım. Büyük annem ve K-san dışarıda beni bekliyorlardı. Büyük annem beni görünce göz yaşlarına boğuldu.

"Şükürler olsun ki hala hayattasın." dedi.

Merdivenlerden aşağıya indiğimde annem ve babamı mutfakta otururken görünce şaşırdım. Dedem içeriye girip "Acele edin! Yola koyulmalıyız!" dedi.

Ön kapıya geldik, siyah bir kamyonet yolda bekliyordu. Köyden birkaç adam etrafında duruyor ve beni göstererek fısıldaşıyorlardı. "İşte bu o oğlan." diye...

Kamyonet dokuz koltukluydu. Beni ortaya oturtup sekiz adam etrafıma dizdiler. K-san sürücü koltuğundaydı.

Solumda oturan adam beni süzüp "Başını fena yakmışsın. Çok korkmuşsundur kesin. Şimdi kafanı eğ ve gözlerini sıkıca kapat. Biz göremiyoruz belki ama sen görebilirsin. Buradan güvenli bir şekilde çıkasıya kadar gözlerini kapalı tut." dedi.

Dedem bizden önde sürüyor babamsa arabasıyla bizi arkadan takip ediyordu. Herkes hazır olduğunda minik konvoyumuz hareket etmeye başlamıştı. Oldukça yavaş bir şekilde ilerliyorduk... 20km/s kadar hatta belki daha da az. Bir süre sonra K-san "Şimdi zorlu kısıma geliyoruz." dedi ve bir çeşit dua mırıldanmaya başladı.

İşte o anda sesi işitmeye başladım.

"Po...po...po...po...po...po..."

K-san'ın bana verdiği kağıdı avuçlarımın arasında sıkıca tuttum. Kafamı eğdim ama dışarıya da baktım. Beyaz bir elbisenin rüzgarda salındığını gördüm. Kamyonetle birlikte hareket ediyordu. Hachishaku-sama'ydı bu. Pencerenin dışında bizimle aynı hızda hareket ediyordu.

Sonra aniden eğildi ve kamyonetin içine baktı.

"Hayır!" diye haykırdım.

Arkamda duran adam "Gözlerini kapat!" diye bağırmıştı.

Hemen gözlerimi sıkıca kapattım ve elimdeki kağıdı sıktım. Sonra yine vurma sesi başladı.

Pat, pat, pat, pat, pat...

Ses daha da yükseldi.

"Po...po...po...po...po...po...po..."

Etrafımızdaki bütün pencerelere vuruyordu. Kamyonetteki herkes korkmuş, gergin bir şekilde mırıldanmaya başlamıştı. Hachishaku-sama'yı göremiyor, sesini duyamıyor ancak pencereye vurulma sesini işitebiliyorlardı. K-san'ın dua eden sesi yükselmiş ve neredeyse bağırmaya dönüşmüştü. Kamyonetin içindeki baskı dayanılmazdı.

Bir süre sonra vurma sesi kesildi ve ses ortadan kayboldu.

K-san bize bakıp "Sanırım artık güvendeyiz." dedi.

Etrafımdaki herkes rahatlayıp derin birer soluk almıştı. Kamyonet yolun kenarına yanaşıp durdu ve adamlar kamyonetten indi. Beni babamın arabasına aldılar. Annem beni göz yaşlarıyla kucakladı.

Dedem ve babam adamlara eğilerek teşekkür ettiler ve onlar kendi yollarına gittiler. K-san arabanın penceresine yanaştı ve bana verdiği kağıdı ona göstermemi istedi. Elimi açıp baktığımda ise kağıdın tamamen siyaha büründüğünü gördüm.

"Sanırım artık iyi olacaksın." dedi bana. "Ama ne olur ne olmaz, bu biraz daha sende kalsın." Ve ardından bana yeni bir kağıt daha verdi.

Daha sonra hemen hava alanına gittik, dedem bizi ağırladı. Havalandığımızda annem ve babam rahatlarcasına soluklandılar. Babam "Hachishaku"yu daha önce de duyduğunu söyledi. Yıllar önce de bir arkadaşına musallat olmuş. Çocuk kaybolmuş ve onu gören kimse ama kimse olmamış.

Babam onun tarafından beğenilip ondan kurtulan ve kendi hikayelerini anlatan insanların da olduğunu söyledi. Japonya'yı terk edip başka bir yere yerleşmek zorunda kalmışlar ve asla memleketlerine geri dönememişler.

Kurban olarak hep çocukları seçermiş. Söylentilere göre nedeni çocukların ailelerine bağımlı olmasıymış. Ailesinden biriymiş gibi davrandığında onları kandırmak kolay olurmuş.

Dediğine göre kamyonetteyken etrafımda oturanlar hep bize kan bağıyla bağlı yakınlarımızmış ve bu yüzden kamyonetin önünde ve arkasında dedemle babam sürüyormuş. Bunların hepsi "Hachishaku-sama"nın kafasını karıştırmak içinmiş. Herkesi bir araya toplamak zor olduğundan tüm gece odada kapalı kalmak durumunda kalmışım.

Bana onu hapis tutan Jizou heykellerinden birinin kırıldığını, bu sayede kaçıp gelebildiğini söyledi.

Tüylerim diken diken olmuştu. Sonunda evime dönebildiğim için mutluydum.

Tüm bunlar 10 seneden fazla bir süre önce yaşanmıştı. O zamandan beri dedemleri görmüyordum. Ülkeye de ayak basamıyordum tabii. Olaydan sonra hep birkaç haftada bir onları aradım telefonda muhabbet ettik.

Yıllar sonra bunun yalnızca bir hurafe olduğuna kendimi inandırabilmiştim, sanki tüm bu olanlar kötü bir şakadan ibaretmiş gibi. Ama kimi zaman tereddüt ettiğim zamanlar olmuyor değil.

Büyük babam iki yıl önce vefat etti. Hasta olduğu zamanlar onu ziyarete gelmeme izin vermedi ve cenazesine de gelmemem için katı tedbirler aldırttı. Bu oldukça üzücüydü.

Büyük annem birkaç gün önce aradı. Kanser olduğunu söyledi. Beni çok ama çok özlediğini ve ölmeden önce beni son kez görmek istediğini söyledi.

"Emin misin büyük anne?" dedim. "Sence güvenli mi?"

"On yıl oldu." dedi. "Üzerinden uzun zaman geçti. Unutuldu gitti artık. Sen de büyüdün. Eminim bir sorun çıkmayacaktır."

"Ama...ama... ya Hachishaku-sama?" dedim.

Bir anlığına karşı tarafta bir sessizlik oldu. Sonra derin, erkeksi bir ses bana karşılık verdi.

"Po...po...po...po...po..."


Tasarım: Zuri