İyi akşamlar sevgili uyku cinleri ve rutubetli duvarlar,
bleurh
Uzun zamandan sonra buraya (bir kez daha) yapmayı başardıklarımla değil yapmayı isteyip yapamadıklarımla ilgili gevezelik etmeye geldim. Birbirinin aynısı günler birbirini kovalarken bir şey yapmaya ne gücümün ne de arzumun olduğunu her fark edişimde kendimle ilgili dipsiz bir muammaya düşüyorum. Son zamanlarda yapmayı en çok istediğim şeyleri bile yapacak isteği kendimde bulamıyorum ve beklentilerimi düşürüp kendime izin verdikçe günden güne hiçbir işe yaramayan vasıfsız bir yaratığa dönüşüyorum. Gerçi bazen kendime kulak verdiğimde tüm bu moral bozukluğunun altında yatan sebeplerin bir mantık çerçevesinde şekillendiğini anlayabiliyorum. Ne zaman hayatımı düzene sokacak olsam bir şeyler gelip içine sıçmayı büyük bir profesyonellikle başarıyor çünkü, biliyorum. Gece uykularımı çarçur edip ertesi güne bir avuç bok olarak başlamama sebebiyet veren nedensiz yere gördüğüm kabuslar, gecenin dördünde tüm vücudum felç olmuş halde uyandığımda odanın içinde gördüğüm gölgeler ve önüne geçemediğim dokunuşları, annemin sağlığının bir türlü yerine gelmemesi, mezun olduktan sonra yerin dibini boylayan kariyer planlarımın bana s ü s l ü bir paketle sunduğu hayal kırıklığı ve işe yaramazlık duygusu ve kimseye anlatamayacağım daha bir çok nadide sebep...
Son olarak duyguların şahı boşvermişlik. En sevdiğim. En süslüsü! En güzeli!
bleh
Kendimden nefret etmemek için bir sebep arıyorum. Kendimi değersiz, yeteneksiz bir bok çuvalı olarak görmemek için bir sebep arıyorum. Bu şekilde günlerimi çarçur etmekten bıktım.
Artık daha dertsiz, daha yaşanabilir bir hayatım olsun istiyorum. Gözlerimi açtığım her gün hala yaşayıp yaşamadığımı sorgulamak istemiyorum, hiç yoktan iyidirlerle yetinmek istemiyorum, bütün olumsuzlukların beni bulup ruhumu sömürmesini istemiyorum. Normal bir insan gibi yaşamak istiyorum bir hiç gibi değil.
Sabrediyorum çünkü ilk defa içimdeki ses kendimi öldürmemi söylemek yerine beklememi söylüyor.
Bu arada, resimlerimi beğendiniz mi? Asla gerçekleştiremeyeceğim romanımla ilgili çizdiğim karakter görselleri onlar. Bir işe yarasınlar diye buraya koymaya karar verdim.
Bir dakika nereye saklamıştım ben onları... Hah. İşte burada. Bak! İki tane anahtar! Bu birincisiii. Bu da ikincisi! Merak etme. İkisi de farklı anahtarlar gibi görünseler de aynı yere çıkan kapıları açıyorlar. Hayal kırıklığıyla süslü bir hiçliğe çıkan kapılar.
Bu da öyle bir şey. Tamamen paslanmamak için arada buraya uğruyorum. Anlaşılmaz şeyler yazıp insanların kafasını hoşafa çeviriyorum. Bu yüzden pek okunmuyorum. Yine de hayatta kalmama yardımcı oluyor.
Bu evden ne kadar nefret ettiğimi anlatmak için milyonlarca kelime sarf etsem dahi içimdeki sonsuz nefret ve mide bulantısını tanımlamak için yeterli olmazdı. Ölü renklerin hakim olduğu bu pis kokulu duvarlar bir taraftan ciğerlerimi daraltıyor, bir taraftan da hayatımın görmezden gelinemeyecek kadar detaylı bir resmini çiziyordu sanki bana. Bu rutubetli, rezil duvarlara bakarken ruhumun derinliklerinde dışa vurmaya korktuğum karanlığı, çaresizliği ve umutsuzluğu görüyordum. Duvarlar bana bakıyor, ben duvarlara bakıyordum. Duvarlarda kendimi görüyordum. Ve bu evden bir kez daha nefret ediyordum.
Buraya taşınalı aşağı yukarı beş sene ya olmuştu ya olmamıştı fakat bu eve adımımı attığım günden beri sanki kendimi bildim bileli bu evde yaşıyormuşum gibi hissetmeye başlamıştım. Sanki burada doğup büyümüştüm, bu evden önceki bütün anılarım ya bir sabah rüyası gibi parça pincik zihnimin köşesinde belli belirsiz yer tutuyor ya da hiç yaşanmamış gibi ortadan kayboluyordu. Bu uğursuz, pis evin içinde geçirdiğim zamanın ölçüsünü saatle bile tutamıyordum. Sabah gözlerimi açıyordum ve kahvaltı etmek için ayağa kalkana kadar güneş tepeye çıkıp yatak odamı kavurmaya başlıyordu. Gözlerimi açmamla ayağa kalkmam arasındaki o çok kısa zannettiğim saatler yatak çarşaflarımın arasına dalıp üzerime çöküyor ve beni adeta felç ediyordu. Zamanın bu görünmez karabasanından kurtulup mutfağa adımımı atabildiğimde ise yemek yiyecek kadar bile gücümün olmadığını hissediyordum. Aslında kurtulduğumu düşünerek kendimi kandırıyordum çünkü karabasanın ayaklarımdan çekiştirerek beni yatağa geri çekmeye çalıştığını üzerimdeki bu asla bitmeyen yorgunluk ve halsizlik hissinden anlayabiliyordum.
Gün içinde gözüm birçok kez duvarlardaki saatlere takılıyordu. Akrep ve yelkovan arkalarından koşan ölümden kaçmak için bu kadar hızlı koşuyor olmalıydılar ancak koştukları bu yolda dönüp dolaşıp yine önlerinin ölüm tarafından kesileceğinin farkında değildiler. Bu denli aceleci olmalarını anlamlandıramıyordum ve onlara ayak uyduramıyordum; ben onları izlerken bile koşmaya devam ediyorlardı, beni bekledikleri yoktu ki! Nasıl yetişecektim?
Doktorum normal çıkan tahlil sonuçlarımı görmezden gelerek halsizliğimin dengesiz beslenmemden ve düzensiz uyku rutinimden olduğunu söylüyor ve bana asla işe yaramayacak vitamin haplarından verip başından atıyordu. Halbuki ben biliyordum, bunu o ev yapıyordu. Dışarıya çıktığım zaman her şey normale dönüyor gibi oluyordu. Yeniden yaşadığımı hissetmeye başlıyordum. Akrep ve yelkovanın ayak izlerini takip edebiliyordum. Fakat sonra evin beni yine o mide bulandırıcı, irinli sesiyle çağırdığını işitiyordum. "Gel." diyordu. "Gel. Beni terk edersen neler olacağını biliyorsun. Daha da büyüyüp başına çökeceğim."
Kimsenin yapmamı istemediği işler çıkıyordu ortaya sırf beni o pislik yere çekebilmek için. "Gitmem gerek." diyordum yine akrep ve yelkovana. "Evde yapmam gereken işler var." Onlar yollarına devam ediyordu çünkü benim hayatım onların umurlarında değildi. Ve geri dönüyordum. Hastalık kapıyı açıp beni içeriye davet ediyordu. Ben yokken eve iyi bakmıştı belli ki. Kendimi yine umutsuzluğun parmaklıkları arkasında, daha iyi yaşamak için çırpınırken buluyordum. Hastalık ise sadece gülüyordu çünkü ondan asla kurtulamayacağımı biliyordu. Param yetse de zamanım yetmezdi buna. Akreple yelkovan çoktan beni unutup gitmişlerdi çünkü.
Doktorum böyle durumlarda beni kötü hissettiren her şeyi görmezden gelmemi ve onları küçük görmemi tavsiye ediyordu. Fakat bilmediği şey, beni kötü hissettiren şeyin tam göbeğinde yaşadığımdı. Beni her gün kucaklayıp boğazımı sıkarken, verdiği zihin uyuşturucu ilaçlar nereye kadar görmezden gelmeme yardım edebilirdi ki? Doktorum yine beni başından atmıştı belli ki. Söylediği hiçbir şey, verdiği hiçbir tavsiye işe yaramıyordu. Fikrimce doktorların tavsiye verecek kadar iyi doktor olabilmeleri için hastalarının yaşadıklarını yaşamaları gerekiyordu. Çünkü hiçbir tavsiye, arkasında onu destekleyecek tecrübeler olmadan çözümün kapısını açamazdı.
Ama yine de dediğini yaptım. Zamanla her şeyi görmezden gelmeye başladım. Ruhumu daraltan kabuslarımı görmezden geldim, sorunlarımı görmezden geldim, ucube kişiliğimi görmezden geldim, bana küçümseyerek bakan herkesi görmezden geldim, kısaca bu pislik evi görmezden geldim. En sonunda da kendi benliğimi görmezden geldim. Ve bir gün uyandığımda doktorların yine yanıldığını fark ettim.
Bu evi görmezden gelmek kendimi unutmak demekti. Kendimi unutmak demek benliğimi bu hayattan tamamen silmek demekti. Bu yüzden duvarlara daha dikkatle baktım. Baktıkça daha çok sevdim. Sevdikçe daha çok bağlandım. Ruhsuz duvarlar beni kucakladı, ellerimin soğuk betonun içine dalışını iliklerime kadar hissettim. Zihnimin kontrolünü kaybetmek, kendi benliğimle bütünleşmek, bu evle bir olmak ve zamanın kaçıp gitmesine izin vermek bana hiç bu kadar mutluluk vermemişti.
Kollarımın arasındaki rutubetli sessizlik, kahramanının ben olduğum sonsuz bir hikaye anlatmaya başladı bana. Soğuktu ve pis kokuyordu. Mide bulandırıyordu.
Fakat bir türlü kendimi bu hikayeyi dinlemekten alıkoyamıyordum.
Ara sıra hayatımın iyiye gittiğiyle ilgili yanlış düşüncelere kapıldığım oluyor. İnsanların beni normal biri gibi gördüğünü, benimle gerçekten arkadaş olmak istediklerini zannediyorum. Annemin iyileştiğine dair, evde her şeyin düzene girdiğine dair, tıpkı rüyalarımdaki işaretlerin bana söylemek istediği gibi beni parlak bir geleceğin beklediğine dair yanlış izlenimlere kapılıyorum. En azından çok uzun sürmüyor da fazla beklentiye kapılmayıp daha az acı çekiyorum.
Çoğu zaman abarttığımı sanıyorum. Herkesin dertleri olduğunu ama kimsenin bunları dile getirip de gereksiz yere gevezelik etmediğini düşünüyorum. Bu yüzden ben de dile getirmiyorum. Zaten dile getirsem de kimsenin çözeceği yok. Çözülecek problemler değiller çünkü. Kimse çözemez. Ben çözemedim. Siz de çözemezsiniz. Şu ana kadar dinleyen kimse çözemedi. Anlattıkça çoğalıyorlar hem. Çoğaldıkça unutmam daha da zorlaşıyor. Görmezden gelmem daha da zorlaşıyor. Beynimi uyuşturmam daha da zorlaşıyor.
Sonunda saksıya ektiğim koca yapraklı çiçeklerden birinin Dalya diğerinin de Kalanşo olduğunu öğrendim. İkisi de çok güzel açan çiçekler. Fakat benimkiler hiç çiçeklenmedi. Ne yaparsam yapayım. Ne kadar çabalarsam çabalayayım. Ne kadar değer verirsem vereyim. Ne kadar sabredersem sabredeyim.
Herkese merhaba! Bu gönderide, parodileri ve benzerleri belli kitleler tarafından bilinen ve sevilen fakat çeşitli sebeplerden dolayı orijinali pek bilinmeyen, Japon gizem ve polisiye edebiyatının yıldızı Dedektif Akechi Kogoro karakterini mercek altına alacağım. Japon popüler kültürüne hakim bir izleyici/oyuncu iseniz bu isim, sizlere nesillerce kitleleri televizyona bağlamış meşhur anime serisi Detective Conan'ın özel dedektifi Mouri Kogoro'dan, Ranpo Kitan yahut Trickster gibi anime serilerinden yahut Persona 5'in ünlü Akechi Goro'sundan tanıdık gelecektir hiç şüphesiz. Fakat neydi Akechi Kogoro'yu bu yansımaların gölgesinde bırakan? Bunu elimden geldiğince açıklamaya çalışacağım.
Akechi Goro / Persona 5
1. Kimdir bu Akechi Kogoro?
Akechi Kogoro, Japon gizem ve polisiye edebiyatının öncü isimlerinden olarak bilinen Edogawa Ranpo tarafından yazılmış bir karakterdir. Tıpkı Poe'nun Auguste Dupin'i ve Doyle'un Sherlock Holmes'u gibi Akechi Kogoro da içinde bulunduğu dedektif hikayelerinden sonra okuyucular tarafından oldukça sevilmiş, sayısız filme, animeye hatta oyuna konuk olmuş ve zamanla 'dedektif' isminin yerini almıştır.
Akechi Kogoro ilk 1925'te yazılan "D-zaka no satsujin jiken" (D Tepesi Cinayeti Vakası) adlı hikayede resmedilmiş ve Ranpo'nun yazdığı birçok hikayede büyük rol oynamıştır. D Tepesi Cinayeti Vakası'na göre Akechi Kogoro; en fazla 25 yaşlarında, sıska fakat yakışıklı, saçları omuzlarına doğru uzun ve oldukça eksantrik bir görünüşü olan bir genç adamdır. Yürürken omuzlarını garip bir şekilde sallar ve konuşurken eliyle zaten birbirine girmiş saçlarını tarayıp daha da karmaşık görünmelerine sebep olur. Dedektif Akechi gizlenmekte ve kadın kılığına girmekte de oldukça yeteneklidir.
Kanda Hakuryu (Beşinci Nesil)
Yazar görünüşüne hiç dikkat etmemesine karşın bir şekilde yakışıklı göründüğüne özellikle dikkat çekmektedir. D Tepesi Cinayet'inde de referans olarak verdiği kişi o zamanların meşhur rakugo sanatçılarından biri olan Kanda Hakuryu'dur. (Yazar okurlardan daha uzun saçlı halini hayal etmelerini istemiştir.)
Tıpkı batı edebiyatındaki eşdeğerleri gibi Akechi Kogoro'nun da Kobayashi Yoshio adında sadık ve zeki bir asistanı vardır. Kobayashi Yoshio aynı zamanda Dedektif Akechi'nin bilgi aldığı "Shōnen tantei dan"ın (Dedektif Çocuklar Kulübü) başkanıdır.
Yazar Mini Tanıtımı
Edogawa Ranpo (Hirai Taro, 1894-1965), Japon gizem ve polisiye hikayelerinin babası olarak bilinir. Yazdığı sayısız hikayenin yanı sıra dedektif hikayeleri eleştirileriyle de tanınır. Hikayelerinin en büyük ilham kaynakları Edgar Allan Poe, Arthur Conan Doyle ve Kuroiwa Ruiko'dur. Mahlası olan Edogawa Ranpo, yazar Edgar Allan Poe'nun Japonca telaffuzunun kelime oyunu haline getirilerek yazılmış halidir.
2. Popüler Kültürde Akechi Kogoro Esintileri
Detective Conan
Gosho Aoyama'nın kaleminden çıkma uzun soluklu manga ve anime serisi Detective Conan yalnızca Akechi Kogoro'ya değil, Edogawa Ranpo'nun birçok eserine gönderme yapmış eğlenceli bir seri. Seri, Shinichi Kudo adlı 'genç dedektif'in maceralarını konu alır.
Konu
Henüz bir liseli olan Shinichi Kudo, nam-ı diğer Genç Dedektif, çözülmesi zor vakaları çözerek kazandığı ünü sebebiyle Siyah Organizasyon adlı kimliği belirsiz kötü adamların hedefi haline gelir. Siyah Organizasyon ellerindeki zehirli solüsyonu Shinichi'ye zorla içirip ortalıktan kaybolur. Fakat zehir Shinichi'yi öldürmez, aksine onu küçük bir çocuğa dönüştürür. Kimliğini gizlemek adına 'Edogawa Conan' ismini sahiplenen Shinichi, kendisine bunu yapan organizasyonun izini sürerken çeşitli gizemleri çözmeye devam eder.
Mouri Kogoro'nun serideki rolü ise istikrarlı fakat o kadar da başarılı olmayan özel dedektifliktir. En büyük rakibi olarak kızının erkek arkadaşı Shinichi Kudo'yu görmektedir. Seride izlemesi en eğlenceli karakterlerden biridir. Akechi Kogoro'nun bir parodisi niteliğinde yazılmıştır.
Soldan sağa birinci ve ikinci; Akechi Kogoro ve Kobayashi Yoshio
Ranpo Kitan: Game of Laplace
2015 yılında çıkan bu yapım Edogawa Ranpo'nun ölümünün 50. yıldönümü anısına yapılmıştır. Anime, bir ortaokul öğrencisi olan Kobayashi'nin 17 yaşınaki Akechi Kogoro'nun asistanı oluşunu konu alır. Anime serisi ödüller alsa da seyirciler tarafından yeterli ilgiyi görememiştir.
Akechi Kogoro (Trickster)
Trickster
2016 yılında yayınlanmış olan Trickster, yine Akechi Kogoro ve Dedektif Çocuklar Kulübü üzerine yoğunlaşan bir anime serisi. Doğaüstü konularla harmanlanmış olan dedektif hikayesinin en ilgi çekici (ve belki de tek ilgi çekici) noktalarından biri Akechi Kogoro'nun Daisuke Ono tarafından seslendirilen 38 yaşında yakışıklı bir bey oluşudur.
Persona 5
Persona 5, Atlus tarafından piyasaya sürülmüş Persona oyun serisinin altıncı oyunu. Akechi Kogoro'nun bir yansıması olan Akechi Goro karakteri ise karşımıza 'Prens Dedektif' lakabıyla anılan dahi bir liseli olarak çıkıyor. İnsanların 'kalplerini' çalarak adaleti sağladığını iddia eden Phantom Thieves'in (Hayalet Hırsızlar) izini süren Akechi Goro, oyun ilerledikçe katman katman açılarak gerçek yüzünü gösteriyor.
Akechi Goro, 'eksantrik' mizacı ve karakter gelişimiyle Akechi Kogoro'nun popüler kültürdeki en iyi yansımasıdır. Bunu işaret eden spoiler nitelikli bilgilere ise ancak oyunu oynadıktan sonra ulaşabilirsiniz.
Diğer Atıflar ve Parodiler: Lupin III, Sakura Wars, Kindaichi Case Files...
3. Peki Akechi Kogoro'yu neden tanımıyoruz?
Popüler kültürde bunca yansıması varken Akechi Kogoro'nun diğer popüler dedektif karakterler kadar iyi tanınmamasının en büyük sebebi kuvvetle muhtemel yazarın bulunduğu coğrafi konumla birlikte eserlerinin bu coğrafyadan çok da öteye taşınamamış olması. 1950-60'lı yıllarda Edogawa Ranpo'nun hikayelerinin İngilizce çevirilerini okurlara sunmak adına çok sağlam bir adım atılmış olsa da yeterince ses getirememiş gibi görünüyor.
Buna bağlı olarak bir başka sebep de kendini Japonya'dan ileriye taşıyabilmiş eserlerdeki parodi karakterlerin yahut yansımaların orjinalinden daha popüler olması. Buna en büyük örnek olarak Dedective Conan'ın 'Case Closed' adıyla Amerika'da yayınlanmaya başlamasını verebiliriz. Öyle ki Wikipedia'nın Ünlü Kurgusal Dedektif Karakterler listesinde bile Akechi Kogoro yerine parodi karakteri olan Mouri Kogoro bulunmaktadır.
4. Kapanış
Bu küçük araştırma yazısı aslında bu mükemmel karakterin yeterince iyi tanınmıyor oluşundan dolayı duyduğum üzüntüyü bir nebze de olsa kırmak için yazıldı. Edogawa Ranpo gibi mükemmel yazarların değerinin bilinmemesinden ötürü eserlerinin hiç tanınmaması, üstüne üstelik parodilerinin orjinalinden daha çok tutması özellikle eserlerini köşesinden kenarından okuyabilen okuyucular için oldukça üzüntü verici. Bu yazıyla bir nebze de olsa aslını sizlere yansıtmak istedim.
Fikirlerinizi yorum olarak belirtmekten çekinmeyiniz.
Bir sonraki gönderimde görüşmek üzere!
Kaynaklar
Edogawa Ranpo, Early Cases of Akechi Kogoro, Kurodahan Press, 2014
Edogawa Ranpo, The Space Alien, Peaks Island Press, 2019
kendimle başbaşa kaldığım zamanlardan hiç hoşlanmıyorum. kendimi kandırmak için uydurduğum bütün yalanları ortaya çıkarıp her şeyi berbat ediyor.
uzun zamandır uyuduğum şeye uyku demekte zorlanıyorum. gözlerimi kapatıyorum, açtığımda gündüz olmuş oluyor. gözlerimi kapatıyorum, sanki hiç uyumamışım gibi geri açıyorum ve mahallede yürüyüş yapan morukların asla kısılmayan seslerini duyuyorum. gözlerimi kapatıyorum ve bir daha asla açmamak için dua ediyorum bazen.
bazen de kahvaltı ederken 'aa sahi. rüya gördüm.' diyorum. bölük pörçük rüyalar zihnime doluşuyor. küçük parçaların anlamına bakıyorum. 'iyi bi anlamı varmış' diyorum. 'her şey yoluna girecek demek ki'
ama girmiyor.
bazen girecek gibi oluyor. bir anlığına mutluymuşum gibi hissediyorum. sonra bunun üzerini kapatacak bir sürü kötü şey oluyor. boşuna umutlanmaktan vazgeçiyorum.
sokakta yer kavgası yapan bir kedi olsaydım tüm bunları düşünmeme gerek kalmazdı
zavallı bir insanın sokak köşelerine koyduğu kedi mamalarına sulanan bir leş kargası olsaydım hayatım için endişe etmeme gerek kalmazdı
iğrenç insanlar tarafından bir parka bencilce dikilip güneş altında kavrulmaya bırakılan bir ortanca çiçeği olsaydım tek derdim güneşin altında kavrulmak olurdu. asla hayatıma dahil olan diğer insanların hayatları için üzülmez, onların dertlerini dert edinmez ve sırf benim hayatımı olumsuz etkiledikleri için onlara bir çözüm bulmaya çalışırken kafayı yemezdim.
arabayla yolculuk yaparken kapısını açmayı düşündüm belki yan şeritten gelen kamyonlardan biri son hız gelip beni pastırmaya çevirirdi. kimse kimseyi suçlamazdı. kazara olmuştur çünkü. kapı öylece açılıvermiştir.
sonra araba yeşilliklerle dolu bir alanda durdu. yakınlardan süzülen suyun sesi ve iletişim kurmayı başardığım ağaçkakanın çıkardığı tak taklar hayatımda asla unutmayacağım mutlu anlarımdan biriydi. mine çiçeğiyle çuha çiçeğinin birbirine çok benzeyen türleri olduğunu biliyor muydunuz? ben bunca zamandır ikisini aynı çiçek zannediyordum. ama kişisel favorilerimden biri unutmabeni çiçeği. keşke orijinal ismine bakıp fare kulağı deselermiş. kulağa daha sevimli geliyor
Merhaba millet!
Uzun zamandır buralara yazmıyordum. Umarım siz sessiz gözlemcilerim iyi günler geçiriyor, yaz tatilinizi bol pervaneli ve karpuzlu geçiriyorsunuzdur.
Ben de iyiyim! Her şey yolunda!
Biliyor musunuz? Romanımla ilgili epey yol gittiğimi söylemek istiyorum. Bu benim için onur verici bir ilerleme. Bunun için sık sık kendi sırtıma cesaretlendirici fiskeler attığım oluyor.
İlerlemeyi reddettiğim çizim yeteneğimle olduğu kadar karakterlerimi resmetmeye, nasıl göründüklerini aktarmaya çalışıyorum. Görmek isterseniz instagramıma göz atabilirsiniz!
Bir de unutmadan okumak isterseniz sizi şu balonla Paraiso'ya uçuralım. Üzgünüm, istediğiniz renk yok. Sadece kırmızı balon var. En sevdiğim renktir.
Herkese merhaba!
İlk 5 Kitap 1 yorum yazımı yazdıktan sonra o kadar da farklı çeşitte kitap okumayan sıkıcı biri olduğumu ve bu yüzden her ay farklı türlerde kitapları yorumlayamayacağımı fark ettim. Bu yüzden serbest gitmeye karar verdim. Bu ayın teması yok yani. Kitap önermekten ve benimle yorum kutusunda buluşmaktan çekinmeyiniz!
1. Deli Kadın Hikayeleri Yazar: Mine Söğüt Tür: Öykü Dil: Türkçe
Puanım: 5/10
Yorumum
İlk üç hikayeyi severek okudum ve içimde tanıdık bir takım hisler uyandırdı. Okurken rahatsız oluyorsunuz fakat sizi rahatsız eden şey okuduklarınız değil, bu okuduklarınızın gerçek olması ihtimalinin yaşadığınız coğrafyada oldukça yüksek oluşu hatta belki de çoktan yaşanmış oluşu.
Keşke aynı şeyi kitabın geri kalanı için söyleyebilseydim fakat sürekli tekrar eden ifadeler ve üslup bir süre sonra bozuk bir plağın üzerinde aynı çiziğin üzerinden geçmeye çalışıyormuşsunuz gibi hissettiriyor ve bu ifadelere takılmaktan hikayenin geneline odaklanamıyorsunuz.
Son olarak, kediler bu dünyada yalan söylemeyen tek dostumuzdur. Kediler asla ihanet etmez.
2. Early Cases of Akechi Kogoro Yazar: Edogawa Ranpo Tür: Gizem / Polisiye Dil: Japonca / İngilizce İngilizceye Çeviri: William Varteresian
Puanım: 6/10
Yorumum
Her ne kadar Ranpo'nun hikayelerine bayılsam da bu kitabı başlangıç için kimseye önermezdim. Kitaptaki hikayelerin her biri ünlü ve zamanında film adaptasyonları çekilmiş hikayeler. Özellikle 'The Case of the Murder on D. Hill' Türkçesiyle 'D Tepesi Cinayeti Vakası' Edogawa Ranpo'nun en ünlü hikayelerinden biridir ve başlattığı Eroguro Nonsense akımının öncü hikayesidir. Bunun yanında Dedektif Akechi Kogoro karakteri de Japon popüler kültüründe tıpkı Sherlock gibi yer etmiş bir karakter. Fakat hikayelerin genelinde bu akıma örnek olacak bir takım rahatsız edici ögeler olduğu için Edogawa Ranpo ve hikayeleri hakkında önceden bilgi sahibi olmayan biri için bu oldukça şok edici olabilir.
Hikayelerin içinde kullandığı zekice tuzaklar ve hikayenin neredeyse komik sayılabilecek kadar dehşet verici akışı (The Ghost adlı hikayede basit bir şakadan çıkan korkunç olaylar zinciri gibi.) okuyucuyu kitaba bağlıyor.
Bunun kısa bir yorum yazısı olması gerekiyordu. Üzgünüm.
3. Efsuncu Baba Yazar: Hüseyin R. Gürpınar Tür: Komedi, Gizem Dil: Türkçe
Puanım: 5/10
Yorumum
Gürpınar'ın şu ana kadar sadece iki kitabını okudum ve her ikisinde de kendimi zaman yolculuğu yapıyormuş gibi hissettim. Yazıldığı dönemi ayna gibi yansıtan bir üslubu, özgün ve gerçekçi karakterleri var ve yazar konudan sapsa bile karakterlerin muhabbetine bazen kendinizi o kadar kaptırıyorsunuz ki hikayenin sapmasına aldırmıyorsunuz. Efsuncu Baba da bu tarz bir hikayeydi işte. Her ne kadar ilk başta ana karakterleri yadırgasanız da ve tam olarak neler olduğunu anlayamasanız da maceralarına kapılınca zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Efsuncu Baba da tıpkı Gulyabani gibi biraz düşününce kolayca açıklanabilecek 'doğaüstü' bir olayı anlatıyor. Ana karakterlerle birlikte Efsuncu Baba'nın peşine düşüyor ve her sayfada büyülü hazineyi bulabilme umuduyla okumaya devam ediyoruz. 5 puan kırmadaki sebebim hikayenin tahmin edilebilir basit bir konu üzerine kurulmuş olmasıydı. Gulyabani'yi okurken duyduğum heyecanı ne yazık ki Efsuncu Baba'da pek duyamadım.
Yorumum
İtiraflar'ı elime alır almaz daha o gün bitirmiştim. Çok hassas ve tartışmalı bir konu üzerine kurulmuş güzel bir hikayeydi. Kitapta belirli bir noktadan sonra ana karakterin yaptıklarının etikliği tartışılır ama yine de yazarın böyle bir bakış açısından giriş yapıp hikayeyi genişletmesi oldukça ilgi çekiciydi. Polisiye severlere mutlaka tavsiye edeceğim bir kitaptır.
5. Zaman Makinesi Yazar: H.G. Wells Tür: Bilim Kurgu Dil: İngilizce / Türkçe
Puanım: 8/10
Yorumum
Zaman Makinesi'ni çok sevdim çünkü tipik zaman makinesini icat ettim hadi geçmişe gidip bir şeyleri değiştirelim temasından ziyade ana karakterin kazara geleceğe gidişini ve insanlığın nasıl bir yaşantıya sahip olduğunu öğrenmesini konu alıyor. Wells'in üslubunu çok merak ediyordum ve bu hususta bu kitabı okuduğuma gerçekten çok memnun oldum. Okurken hem çok merak ettim hem de zevk alarak okudum. Zaman Makinesi'yle ilgili hayal kırıklığına uğradığım tek bir nokta var, o da gelecekte yaşanan olayların anlatılırken çok yüzeysel anlatılması. Yani bittikten sonra insan uzunca bir süre daha merakta kalıyor. "Acaba biraz daha kalmış olsaydı neler olurdu?", "Spoiler olarak sayılabilecek mekanda daha fazla vakit geçirseydi nelerle karşılaşırdı?" gibi sorularla kalakalıyorsunuz ama bu da kitabın aslında ne kadar güzel olduğunu kanıtlıyor bir nevi. Zaman Makinesi'ni bilim kurgu seven herkese tavsiye ederim.
Not not: Oldukça geç kalmış bir blog gönderisi oldu bu. Neredeyse iki ay falan geçmiştir. Normalde bu kitap yorumu gönderilerini ayda bir yazmayı düşünüyordum ancak her planladığım şey gibi bu da olamadı. Yine de okumamı istediğiniz kitap varsa önermekten çekinmeyin. Seve seve okurum. Yukarıda okuduklarınız var ise yorum kutusunda buluşalım!
Uzun zamandan sonra beynim ne yazık ki artık yerinde olmasa da bedenen hala tek parça halinde olduğumu ve hala buralarda sürttüğümü sizlere bildirmek için geldim. Asla bitmeyeceğini düşündüğüm okulumu bitirdiğim günden beri gelecek kaygısı / kötü meslek seçimleri temalı sayısız karabasan ve kabus tarafından rahatsız ediliyor ve uykularımı bir araya toplamaya çalışırken bu sefer de zar zor birbirine tutturduğum ruh sağlığımı düşürüyorum elimden. Bu baskıyı ve yaşam koşullarını hak edecek ne yaptım bilmiyorum ama yanımda da kimseler olmadığı için kendi kendime iyi dileklerde bulunmayı alışkanlık haline getirdim artık. *insert clown emoji here*
Okul çağım tamamen kapandığı için kendimi saçma sapan geçme sınavlarına çalışmaya adadım ve bu şekilde de hayatımı çarçur etmeyi planlıyorum. Belki bir iki sene sonra beni branşımla ilgili hiçbir yere gelememiş halde, hamburger siparişi verirken kasada görürsünüz. Size tamamlayamadığım web romanımı okuduğunuz için imza veririm, sizinle resim çekilirim. Kulağınıza beni bu bok çukurundan kurtarmanız için fısıldarım.
Olasılıkların boktanlığı bir yana, hayatımı toparlayabilmek için hala elimden geleni yaptığıma inanamıyorum. Her ne kadar psikolojisi bozuk, intihara meyilli bir bok çuvalı olduğumu iddia etsem de yine de bir yanım hala bir şeyleri sırf yapabildiğim için yapmaya devam etmem gerektiğine inanıyor ve bunun için beni cesaretlendiriyor.
Hazır webromanımdemişken!
Üzgünüm, artık Paraiso'yu okuyamazsınız. Çünkü bölümlerini yeniden yazmak üzere sildim (zaten kimse okumuyordu). Sanırım bu, bu romana üçüncü yeniden başlayışım falan olacak. Araya uzun fasılalar koyarak yazdığım için her fasıladan sonra romanımla ilgili farklı fikirler ediniyorum ve haliyle önceden yazdıklarımı eksik bulup yeniden yazmaya başlıyorum.
Lütfen, biri bu döngüyü durdursun. Asla bitiremeyeceğim.
Asıl konuya geri dönecek olursak... Açıkçası şu noktadan itibaren hayatımla ilgili ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Asla kullanmak istemeyeceğim öğretmenlik yeteneğimle ne yapmam gerektiğini bilmiyorum, yapmaya çalıştığım hiçbir şeyde ilerleme kaydedemiyorum ve tek düşündüğüm aileme ne kadar büyük bir yük olduğum. Gelecekten korkuyorum. Geleceğin düşündüğüm gibi olacağından korktuğum için hayatımı sonlandırmak istiyorum. Belki bunu yaparsam ben de gözlerimi Paraiso'da açabilirim.
Son birkaç gündür kalan iki gramlık insanlığımı da yitirdiğimden ve programlanmış bir organizma gibi aynı şeyleri tekrar, tekrar, tekrar ve tekrar yapıp etrafımda olan olaylara tepkisiz kaldığımdan beri yatmadan önce 'Ya uykumda ölürsem? Ya Poe'nun hikayelerini okuyamadan ölürsem? Ya FF7R'i oynayamadan bu bina başıma yıkılırsa? Ya ölmezsem de saatlerce acı çekersem? Ya ölür de kedilerimi geride bırakırsam?' gibi hastalıklı düşüncelere kapılıp saatlerce uykusuz kalmamın önüne geçebiliyorum. Gerçi hala kabuslarımın ve karabasanlarımın önüne geçebildiğim söylenemez ama en azından bir şekilde ihtiyacım olan uykuyu alabildiğimi söyleyebilirim.
Hayatım yine beni şaşırtmadı ve bu salgın hastalık illetini mezuniyetimden hemen önce üzerime salarak 'Daha kötüsü olamaz artık!' diye yankılanan isyanımın üzerini şu pullu, parlak kalemlerle çizdi. Daha kötüsü oluyor. Zaman ilerledikçe hep daha kötüsü oluyor. Ve artık bu duruma şaşırmadığımdan ne isyan ediyorum ne de şikayet. Eskiden halime acırdım. Sonra ondan da vazgeçtim. İnsan bir süre sonra ondan da yoruluyor.
Yine de bu süreçte; kafamı yastığa koyduğumda kesin uyuyabilmek için kendimi bayıltana kadar kitap okuduğum zamanları, online dersleri bir kenarıya açıp çay eşliğinde Sims 2 oynadığım zamanları, yaz tatilinde oynarım diye binbir zahmetle birikim yapıp aldığım FF7R'ı karantina günlerinde saatlerce rahatsız edilmeden oynadığım zamanları, mahalledeki kedileri beslemek için dışarıya çıktığım zaman paranoyaya kapılmamak için suratımı maske ve atkılarla mumyalayıp kulaklıklarımdan son ses neşeli şarkılar ? açtığım ve boş sokaklarda dans ederek kedilerimi beslediğim zamanları asla unutmayacağım.
Her ne kadar bir şeyleri başarmaya olan inancımı yitirmiş olsam da sırf ruh sağlığımı ayakta tutabilmek için romanım üzerinde çalışmaya devam ediyorum. Çok ama çok, çok yavaş ilerliyorum. Acelem yok. Yazdıklarımı benden başka kimse okumuyor nasılsa.
Yine de reklam yapmadan edemeyeceğim. Yan taraftaki resme tıklayarak okuyabilirsiniz.
Yakın vakitte bir oyun tanıtım yahut bir kitap yorumu gönderisiyle geri döneceğim.
O zamana kadar kendinize dikkat edin. Görüşmek üzere.
Herkese merhaba!
Öncelikle atlatmaya çalıştığımız şu zor zamanlarda herkese sağlıklı ve güvenli günler dilerim. Evlerinizde kalın ve önlemlerinizi almayı sakın ihmal etmeyin!
Yeni bir blog gönderisi formatıyla buradayım. "5 Kitap 1 Yorum" gönderilerimde her ay okuduğum 5 kitabı bir tema altında toplayarak tanıtacak, yorumlayacak ve 10 üzerinden puanlayacağım. Böylece sevimsiz Goodreads'in sevimsiz puanlama sisteminin ağırlığını üstümden atacak ve kendimce adil bir puanlama yapabileceğim. Eğer siz de yapmak isterseniz bu konsepti kopyalayabilirsiniz! Yorumlamamı istediğiniz kitaplar olursa yorum kutusunda belirtmekten çekinmeyin!
Bu ayın teması: Dünyanın Her Köşesinden Bir Yazar
1. Doktor Uyku - Stephen King
Tür: Korku / Gerilim Dil: İngilizce Çıkış Tarihi: 24 Eylül 2013 Çevirmen: Zeynep Heyzen Ateş Yayınevi: Altın Kitaplar
Konu: Overlook Oteli'ndeki trajediden sağ kurtulan Dan Torrance yıllar sonra karşımıza alkol problemleriyle boğuşan, kabuslarından bir türlü kaçamayan bir yetişkin olarak çıkar. Çalışmak için gittiği küçük şehirde tıpkı kendisi gibi bir "ışıltı"ya sahip olan Abra adlı genç kızla tanışacak ve başına sardığı beladan kurtulması için kendisine yardım edecektir.
Öte yandan kendilerini "Gerçek Kardeşlik" olarak adlandıran bir tarikat, karavanlarla ülkeyi baştan başa dolaşmakta ve "daha uzun" yaşama gayesiyle "ışıltısı" olan çocukları kurban etmektedir.
Puanım: 8/10 Yorumum: "Medyum" favori King romanlarımdan biri olduğu için devamının yazıldığını öğrenmek benim için büyük bir sürpriz olmuş ve beklentilerimi yükseltmeme sebep olmuştu. Ancak buna rağmen favorilerimin arasına girmeyi başardı. King romanlarını az çok okuduysanız hikayelerin çoğunun detay ve geriye dönüşlerle boğulduğunu görürsünüz. Hatta bazı bölümler olur sırf bebekliğinde bir noktayla şu anda olmakta olan bir anormalliği ilişkilendirebilmek için kırk yaşında bir adamın ta bebekliğinde yaşadığı bir olaya geri döneriz ve o an olanları sayfalarca okumak zahmetine katlanırız. Ancak Doktor Uyku'da bu geriye dönüşler az tutulmuş ve hikaye akıcılık kazanmış. Bunun yanında hikaye Dan'in hayatını anlatıyor oluşuyla zaten gönlümü kazanmıştı. İki puanı da anime tarzı plot twistlerinden dolayı kırıyorum.
2. Faust - Johann Wolfgang von Goethe
Tür: Tiyatro Dil: Almanca Çıkış Tarihi: 19 Ocak 1829 (İlk performans) Çevirmen: Seda Cingay Yayınevi: Alter Yayıncılık
Konu: Faust, insanoğlunun iyilik ve kötülük arasındaki ince köprü üzerinde yürüdüğü kararsız yolu en etkili, en çarpıcı şekilde anlatmaktadır. Bilgeliğin doruğuna ulaşmasına rağmen hala bilginin peşinde olan Faust yeterince bilgiye ulaşmadığını, hiçbir şey bilmediğini düşünmekte ve haline üzülmektedir. Bu hali kötülüğün ta kendisi olan Mefisto'nun ilgisini çeker ve Faust'un aklını çelip onu Dünya zevklerinin esiri yapacağına dair Tanrı'yla bir anlaşma yapar. Kazanırsa Faust'un ruhunu seve seve ele geçirebilecektir. Dünya'ya inip Faust'a Dünya'da ulaşmak istediği her zevke, her bilgiye ulaşacağının, kısaca ona 'gerçek mutluluğu' yaşatacağının vaadini verir. Faust'un yaptığı seçimler ise gelecekteki yaşamını etkileyecektir.
Puanım: 7/10 Yorumum: Faust'u okuması eğlenceli ve ilgi çekiciydi. Okudukça ne kadar zaman geçerse geçsin insanların nasıl da değişmediğini, yanlış yola nasıl da göz göre göre saptığını görüyor ve Mefisto'ya hak vermeden edemiyorsunuz.
3 puanı nereden kırdığıma gelince... Özellikte ikinci kısımdan itibaren mitolojik yaratıkların sayısında yaşanan patlama konudan sapmama ve biraz sıkılmama sebep oldu. Her ne kadar sonrasında finaline bayılsam da yine de o kısımda 'ne gerek vardı' demeden edemiyorum. Bu yüzden... evet... 10 üzerinden 7.
3. The Grandmaster of Demonic Cultivation - Mo Xiang Tong Xiu
Orjinal İsim: Mo Dao Zu Shi Tür: Fantastik, Romantizm Dil: Çince Çıkış Tarihi: 31 Ekim 2015 Çeviri: Exiled Rebels Scanlations (Fan çevirisi)
Konu:Şeytani bir tarikatın kurucusu olan Wei Wuxian yarattığı kaostan ötürü tüm tarikat dünyası tarafından nefret edilmekte ve ismi bile anılmayacak kadar ötelenmektedir. Yarattığı kaosu durdurmak adına diğer güçlü klanlar bir araya gelir ve 'Şeytani Tarikat Lideri'ni alt etmeyi başarırlar fakat Wei Wuxian seneler sonra intikama susamış bir deli tarafından yeniden hayata döndürülür.Çözülememiş gizemler ve üzerine atılan asılsız suçlamaların arasında Wei Wuxian, gerçek kimliğini gizleyerek yolunu bulmaya çalışır. Puanım: 7/10 Yorumum: Anime/manga/webtoon şeytan üçgeni içerisinde mahsur kalmış kimsenin bu romanı duymamış olmasının imkanı yoktur. Çoğu kişi yapılmış muazzam animasyonuyla tanırken azımsanamayacak sayıda kişi de Xiao Zhan ve Wang Yibo'nun başrollerini oynadığı "The Untamed" adlı diziyle tanıdı ve karakterlerin cici aşk hikayesine (?) ve maceralarına eşlik etti. Kitaba gelecek olursak, yaz tatilimde sırf zaman geçirmek için başladığım ve sonrasında bir türlü kopamadığım bir roman olduğunu söylemek istiyorum. Wei Wuxian o kadar sevimli, o kadar şapşal, o kadar yanakları mıncırılası- (yazar burada çizgisinden kaymamak için çabalıyor) Her neyse, demek istediğim Wei Wuxian'ı bir ana karakter olarak çok seviyorum ve hakkında kötü düşünen herkesi lanetliyorum. Romanın uzunluğundan dolayı söylenecek çok şey var ancak ben burada kısa tutacağım. Mo Dao Zu Shi'yi her ne kadar bir karakterin jilyon tane ismi olsa da, her ne kadar bininci defa geçmişe dönüp şimdiki zamanda neler olduğunu unutturacak kadar olay anlatıp birdenbire şimdiki zamana dönerek okuyucunun kafasını allak bullak etse de okurken çok eğlendim. Mo Dao Zu Shi hayatıma çok kötü hissettiğim zamanlardan birinde girdi ve tüm üzüntümü unutturmayı başardı. Wei Wuxian'ın yaşadığı talihsizlikleri okurken kendi talihsizliklerimi unuttum ve yaşadığı kötü olaylara yaklaşımına hak verdiğimden ve daha bir çok özelliğinden bu karakterle aramda derin bir bağ oluştu. Olumsuz olarak yukarıda bahsettiğim okuyucuyu kafa karışıklığına iten şeyleri gösterbilirim.
4. Dracula - Bram Stoker
Tür: Korku Dil: İngilizce Çıkış Tarihi: 26 Mayıs 1897 Çevirmen: Kerem Sanatel Yayınevi: Dex Kitap Konu: Dracula, vampirleri konu alan hikayesiyle korku temasının ilklerinden kabul edilir. Dracula, Transilvanya'da yaşayan Kont Drakula'yı yok etmeye çalışan bir grup insanın hikayesini anlatır. Jonathan Harker
adlı genç bir avukat katibi Transilvanya'da yaşayan Kont Drakula'nın
Londra ve etrafında satın aldığı yerlerin satış
işlemlerinin yapmak adına, türlü uyarılar ve yolculuk sırasında yaşadığı garip ve ürkütücü olaylara rağmen Romanya'ya gider ve sonrasında kendini korkunç olaylar silsilesinin içinde bulur.
Puanım: 7/10 Yorumum: Dracula epey aralıklar vererek okuduğum ve sonrasında bitirememe korkusuyla sesli kitabına koştuğum bir kitaptı. Oldukça ürkütücü ve sürükleyici olmasına rağmen hikayenin günlük kayıtları, ses kayıtları, mektuplar ve gazete küpürleri üzerinden ilerlemesi okuyucuyu (en azından beni) yer yer bunalmaya sürükledi ve bir yerden sonra ara vermeme sebep oldu. Sonrasında pes etmeyip okumaya/dinlemeye devam ettim ve kitabı yarım bırakmadığım için mutlu oldum. Çünkü okuduğum en etkileyici korku romanlarından biriydi. 3 puanı kırmamın sebebi romanın düz bir anlatımdan ziyade birilerine iletilmiş mektuplarla ilerleyişinden duyduğum can sıkıntısı ve yine hikayenin aktarılış tarzından dolayı Drakula'nın hayatından çok detaylı bahsedilmemesidir.
5. Strange Tale of Panorama Island - Edogawa Ranpo
Tür: Gerilim, Gizem, Polisiye Dil: Japonca Çıkış Tarihi: 1926 Çevirmen: Elaine Kazu Gerbert (Japoncadan İngilizceye) Yayınevi: University of Hawaii Press Konu: M bölgesindeki S ilçesinin en güneyinde, dedikoduların odak noktası olan bir ada bulunmaktadır. Bu adanın varlıklı sahibi, adayı tamamen kendi zevklerine göre tasarlamış ve adaya giriş çıkışları tamamen yasaklamıştır. Muhteşem güzelliklerle, sanat eserleriyle ve panoramalarla bezeli bu ada hakkında yakın zamanda adanın sahibinin 'öldürüldüğüyle' ilgili bir dedikodu kol gezmeye başlar. Başarısız bir yazar olan Hirosuke Hitomi ise bunu malzeme edinmek amaçlı araştırmaya, Panorama Adası'nın gizemine ortak olmaya çalışır. Puanım: 10/10 Yorumum: En güzelini en sona saklamaya karar verdim! Beni azıcık tanıyan Edogawa Ranpo'yu ne kadar çok sevdiğimi bilir. Her hikayesinde Poe'dan izler taşımasıyla, yazıldığı çağı aşan mükemmel imgeleriyle ve heyecanlı hikaye akışıyla bu hikayede de beni kendine aşık etmeyi başardı. Hikayede işlenen doppelganger teması alışılmış olmasına rağmen zekice kullanıldığı için okuyucuyu ters köşe ediyor. Panorama adasının tasviri o kadar muazzam ki okurken cinayetin failinin ortaya çıkmasını unutup adanın içinde dolaştığınızı hayal ediyorsunuz. Kısacası kitap baştan sona nefes kesici ve etkileyici. Fırsatını bulursanız okumanızı şiddetle tavsiye ederim.
Yukarıda okuduğunuz yahut listenize eklediğiniz bir kitabı gördünüz mü? Ortak kitaplarımız var mıymış? Varsa mutlaka yorum kutusunda benimle buluşmayı unutmayın! Bir sonraki kitap yorumu gönderimi önümüzdeki ay yazmayı planlıyorum. Bu yüzden bir sonraki gönderime kadar kendinize iyi bakın! Güvenle kalın!
Herkese merhaba!
Buralara yeniden dönüp yazabiliyor olmak benim için büyük bir mutluluk. Eğer hala buralara uğruyorsanız umarım sizler de iyisinizdir.
Sevgili hikayeciğimi sonunda tozlu raflardan çıkarıp şöyle bir silkeleme fırsatı bulabildim. Fazla takıntılı olduğumdan mı yoksa mükemmeliyetçi olduğumdan mıdır bilinmez, uzun zamandır gölgelerin ardında epey ilerleme kaydetmeme rağmen bir türlü yazdıklarımı yayınlamaya yakışır hale getirdiğimi düşünmedim. Bu uzun süre boyunca çokça kriz geçirdim. Hatta yazmayı bırakmayı bile düşündüm.
Ama yazmayı bırakışımın hemen ertesi günü kendimi yine romanımla ilgili araştırma yaparken buldum. Beni hayata bağlayan nadir şeylerden biriymiş meğer. Bunun farkına vardıkça romanıma daha çok bağlandım ve yazılarımı küçümsemeyi bıraktım.
Bu yüzden eski blog formatıma dönüyor ve reklam kuşağı başlasın diyorum efendim! *alkış kıyamet*
Bu blog yazımda sizleri S01V - Paraiso'nun ilk bölümüyle tanıştırmaktan büyük bir onur duyarım.
Bi' saniye. Paraiso dane...?
Paraiso, catalpagarden tarafından yazılıp resmedilmiş, sevimli uzaylılar, kafadan kontak doktorlar,
çocuk edasıyla yazılan bilimsel günlükler ve ölümcül meyvelerle dolu
rengarenk bir web roman!
Paraiso'nun garip dünyasına adım atmak için aşağıdaki deliklerden içeriye atlayın.
Yazım kontrolüydü, İngilizce çevirisiydi, İngilizce çevirisinin kontrolüydü, görsel çizmeydi derken epey yavaş ileriyorum. Ama benden inancınızı yitirmeyiniz lütfen.
Buna ek olarak çok yakında, okuduğum kitaplarla ilgili yorum gönderileri paylaşmayı düşünüyorum. Mezuniyetime az kaldığı için başımı çalışmaktan kaldıramıyorum. Ama yine de elimden geleni yapacağım.
Bu dizeleri okuyan sizler de yorumlarınızı benimle paylaşmaktan çekinmeyiniz.
Son olarak buraya Paraiso için hazırladığım çirkin çizimlerimi paylaşıyorum.
"Kio in Water"
Resim hakkında küçük notlar: Bu resmi referanslar üzerinde çalışırken 'şunu da deneyeyim, bunu da deneyeyim' diyerek oluşturmuştum. Poz referansı pinterest'de refereansları paylaşılmış bir artiste ait fakat ne kadar uğraşırsam uğraşayım resmi bir kere daha bulamadım. Bu yüzden kendisine atıfta bulunamıyorum. Yine de teşekkürler!
Her neyse, referans konsept olarak omzunun üzerinden bakan bir 'anime girl' referansıydı. Yani teknik olarak bir kız vücudu referansı üzerine çizilmiş bir uzaylıya bakıyorsunuz.
Resmin içeriğine gelecek olursak, hikayede ilerledikçe ortaya çıkacak bir olayı resmettim. Aslında bir önceki yazma denememde 'sırttaki soy ağaçları' hakkında dizeler dolusu saçmalığı daha ilk bölümde yazıp sürprizi kaçırdığımı hatırlıyorum.
"A Young Man with the Heart of a High School Girl"
Bu sefer gerçekten notları kısa tutacağım, üzgünüm: Bu resim de yine beceriksizliğimden dolayı referanslara başvurduğum ve üzerinde çokça renk denemesi yaptığım bir çalışma. Poz referansı @alice_woo adında bir artiste ait. Kendisine buradan teşekkür ederim! (Credits to @alice_woo for pose reference!)
Resim tamamen Paraiso'nun ana karakteri olan Luka Cotton'ı nasıl görmenizi istediğimle alakalı. Kendisi hayalleri olan, atılgan ve cesur bir genç adam fakat yüreği bir genç kızınki kadar narin ve masum. Resmime böyle bir başlık vererek de vıcık vıcık shojo animelere selam çakıyorum.
"Narcissus"
Mini mini bir not: Bu resmi kendimi çok kötü hissettiğim
zamanlarda neşelenmeye çalışma gayesiyle çizmeye başlamıştım. Referans
kullanmadan tamamen renkler ve el alışkanlığım üzerine giderek ortaya
böyle absürd bir çalışma çıkardım. Her ne kadar belli olmasa da Kio'nun
etrafını saran çiçekler bir çeşit nergistir. Her bakışımda bana 'çiçek
çizmeyi öğren' diye çığlık atıyor bu resim. Beni yazmaya ve çizmeye
yeniden heveslendirdiği için her ne kadar eksiği bol olsa da seviyorum.
Okuduğunuz için teşekkürler ve bir sonraki gönderide görüşmek üzere!
Zamanın her şeyi çözeceğine olan muazzam inancım, aylar sonra hiçbir ilerlemenin olmadığını anlayıp kabullenmemle kırılmaya başladı. Aslında hiç ilerleme yaşanmadı demek o kadar da doğru olmaz, kesinlikle bir ilerleme oldu. Fakat bu ilerlemenin iyiden uzak olduğunu uzaktan yüzüme bakan bir yabancı bile anlayabilir. Yaptığım 'her şey yolunda' rolü bazen sekteye uğrasa da, parmaklarımın sayısıyla sınırlı arkadaşlıklarımda beni şimdilik idare ettiğini söyleyebilirim. Fakat bunun da eninde sonunda, çöken diğer 'dahice' planlarım gibi patlayacağına, rüyamda ziyaretime gelip ne kadar acınası olduğumu söyleyen cinlerin gerçekliği üzerine bahse girerim.
Neden dizelerce saçmaladığıma gelecek olursak; fikir felci yaşadığımı başka türlü nasıl açıklayabilirim inanın bilmiyorum. Hayatımda bir şeyler iyiye gidecek gibi olurken uğursuzluğun birden ucuz boyalı maskesini çıkarıp bana irinli dişleriyle gülümsediğini görüyorum. Sonrasında ise hiçbir şey yolunda gitmiyor. Her seferinde boş yere içimde büyüttüğüm umutlar çürüyüp kokuşmaya, zihnimi kirletmeye başlıyor. Sonrasında hiçbir şey beni bu içine düştüğüm karanlıktan kurtaramıyor.
Yine saçmalıyorum. Asıl diyeceğim şeye gelene kadar bir sürü anlamsız kelimeyi bir araya getiriyor ve beceriksiz bir yakarış boyuyorum bu sayfaya.
Demek istediğim şey; bu boktan, iflah olmaz, çöp hayatımın kalan tek umut ışığım olan romanımın ilerlemesine hiç de yardımcı olmadığını anlatmaktı.
Pes etmeme az kaldı. Artık dayanamıyorum.
Başlamadan Önce...
Herkese merhaba. Uzun zamandan sonra buraya yeniden dönüp sevdiğim şeylerle ilgili yazılar yazabildiğim için büyük mutluluk duymaktayım. Bu gönderide beni saatlerce bilgisayarıma esir eden bir oyundan bahsedeceğim.
Karanlık temalı gizem ve macera oyunu severler, Sally Face ile tanışmanızın vakti geldi. Tanıtım Videosu
Tanıtım
Sally Face, Steve Gabry (nam-ı diğer Portable Moose) tarafından geliştirilmiş ve Ağustos 2016 yılında çıkmış cinai gizem, macera türünde bir oyun. Tek oyunculu işleyen oyun, 2017-2018 yıllarında en iyi indie oyun dalında 3 ödül kazanmıştır.
Sally Face, 15 Aralık 2016 yılında Steam'e geçiş yapmıştır. 5 bölümden oluşmaktadır.
Oyun Windows, MacOS ve Linux sistemlerde oynanabilmektedir.
Dil Seçenekleri: İngilizce, Rusça, Almanca, İtalyanca, Portekizce, Çince
Hikaye
Trajik olaylarla geçmiş çocukluğunun izini yüzündeki protez maskeyle perdeleyen Sally Face'le ürkütücü gizemleri ortaya çıkarmaya hazır olun.
Yaşadıkları trajediden kaçıp, babasıyla yeni bir hayat kurmak için Addison Apartmanı'na yerleşen Sal Fisher, apartmanın garip sakinleriyle vakit geçirdikçe henüz çözülememiş bir cinayetin cevabına adım adım yaklaşacakt
ır. Ancak ulaştığı cevap onu çok daha derin, içinden çıkılamayacak, korkunç bir bilmecenin içine sürükleyecektir.
Çözülemeyen cinayetlerden paranormal olaylara, video oyunlarından gölgeler ardında hareket eden şeytani topluluklara.
Sally Face'e macerasında eşlik edin.
Oynanış
Oyun, point-and-click mantığıyla işlemektedir. İki boyutlu olan oyunda ana karakteri sahne üzerinde klavye tuşlarıyla oynatıp ögelerle etkileşime girerek hikayede değişikliklere sebep olur ve oyunda ilerlersiniz. Oyunun içinde mini oyunlar da mevcut.
Karakterler
Sal Fisher
Sal Fisher, onunla dalga geçen zorbaların verdiği isimle Sally Face, çocukluğunda yaşadığı trajik kaza sonucunda annesi ölmüş ve yüzü parçalandığı için protez maske kullanmaya mahkum olmuş bir çocuktur. Yaşadıkları kazadan sonra babasıyla yeni bir hayat kurmak için Nockfell şehrine gelir ve Addison Apartman'ında yaşamaya başlarlar. Sal, zor durumlarda takındığı soğukkanlı tavrıyla, maceracı kişiliğiyle ve iyi bir dinleyici oluşuyla ön plana çıkmktadır.
Larry Johnson
Larry Johnson, Addison Apartmanı'nda annesiyle birlikte yaşamaktadır. Sanatçı kişiliğiyle ön plana çıkmaktadır. Aynı zamanda da Sal'ın en iyi arkadaşı olacakır.
Chug Cohen
Addison Apartmanı'nda yaşayan bir başka apartman sakini. Oburluğuyla ön plana çıkar. Sal'ın macerasında ona eşlik edecektir.
Todd Morrison
Todd, doğaüstü olaylarla ilgili olup bunları bilimsel bir temele oturtmaya çalışan bir genç adamdır. Addison Apartmanı'nda yaşamaktadır. Olan garip olaylarla ilgili Sal'e büyük yardımları dokunacaktır.
Ashley Campbell
Ashley Campbell, Todd'un ders verdiği arkadaşlarından biridir. Sonradan takıma katılacak olan Ash, cesur ve maceracı kişiliğiyle ön plana çıkar. Sal'in ona karşı romantik duygular beslediği düşünülmektedir.
Oyun Görselleri / Karakter Tasarımları
Portable Moose resmi sitesinde yazılanlara göre, Sally Face'in internet üzerinden yayınlanan bir çizgi film olması düşünülmüş ve 90'ların Nicktoons çizgi filmleri tarzında tasarlanmış. Fakat sonrasında animasyon kadrosu bir türlü toparlanamayınca Gabry tek başına bunu bir oyuna dönüştürmüş ve Sally Face'i hayata geçirmiş. Karakter tasarımları ve oyun içindeki küçük animasyonlar oyuna özgünlüğünü veren en büyük ögelerden biri.
Müzik
Beş albümden oluşan oyun müzikleri (her bölüm için bir albüm) ve oyun içinde ismi geçen hayali metal grubu Sanity's Fall'un şarkıları tamamen geliştirici Steve Gabry tarafından bestelenmiştir. Görseller kadar müzikler de oyuna özgü ve oyuncunun oyunu bitirdikten sonra dahi dinleyebileceği türden.
Olası Sonlar
Her bölüm birbirinin devamı olduğundan dolayı oyuncu hangi seçeneği seçerse seçsin tek bir sona çıkmaktadır. Ancak oyuncunun verdiği cevaplar oyunu daha derinlemesine anlayabilmesi ve daha fazla detaya ulaşabilmesi açısından önemlidir. Bunun yanında oyun içindeki mini oyunlarda 'game over' ekranına çıkılabilmekte fakat sistem oyunu kalındığı yerden alabilme şansı vermektdir.
Kişisel Düşüncelerim (Spoiler'ları okumak için fareyle boşluk yerleri seçiniz.)
Sally Face son zamanlarda oynadığım en güzel oyunlardan biriydi. Karakterlerin geçmişleri, hikayenin sürprizli ilerleyişi, hikayenin karanlık oluşuna meydan okuyan karakterlerin birbirleriyle kurduğu sıcak dostluklar ve daha bir çok şey beni bu oyuna sımsıkı bağlamayı başardı.
Oyunun hikaye akışından bahsedecek olursam // hikaye bir hayalet avcıları tadında ilerlerken bile yeterince iyiyken birden yer altında gizlenen bir mezhebin antik bir tanrıyı çağırmaya çalışması gerçeğiyle Lovecraft hikayelerine selam çakan bir yöne kayması // oyunu tadından yenmeyecek bir hale getirdi fikrimce. Ama biraz daha flashback yapılıp Addison Apartmanında yaşanan olayları görme fırsatımız olsaydı daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. //Sanki Jim'in notları ve Gear Boy'la oynadığımız bölümler bana biraz oldu bittiye getirilmiş gibi geldi.// Ya da belki de oyunun hala sona ermiş olduğunu kabul etmek istemiyorumdur.
Sally Face'le ilgili sevdiğim bir başka şey Sal'in cinsiyetinin belirsiz oluşu. Oyun içinde sürekli olarak iki cinsiyet arasında gidip gelen ipuçları ve Sal'ın buna hiçbir şekilde tepki vermemesine bayıldım. Oyun geliştiricisi, Sal'ın cinsiyetini belirsiz bırakarak her oyuncuya Sal'i kişiselleştirme seçeneğini verdiğini düşünüyor. Ve bu konuda oldukça başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Ve müzikler. Müzikler harika. Müzikler mükemmel. Özellikle Sanity's Fall'un şarkılarını her dinleyişimde oyunun her karesi gözlerimin önünden geçiyor ve Sal ile Larry arasındaki güzel arkadaşlığı bir kez daha hatırlayıp odamın bir köşesinde hönkürerek ağlarken oyunu bitirdiğim için hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağının farkına varıyorum. Bu konu hakkında spoiler bile vermek istemiyorum. Hatta oyunun sonunu kabul etmek de istemiyorum.
Evet oyunun sonu hakkında biraz daha konuşacağım çünkü neden olmasın. Biliyorum her hikaye okuyucunun istediği gibi bitmek zorunda değil ama bu oyun gerçekten oyuncuları özellikle 4. bölümden sonra yerden yere vurmaya başlıyor. Oynarken 'yok ya olmamıştır böyle bir şey kesin kabustur' diye ikna etmeye çalışırken bir başka şey daha suratınıza çarpıyor ve yeşeren umudunuzu yerle bir ediyor. Sonra bakıyoruz oyun devam ediyor, 'herhalde düzeltebileceğimiz bir şeydir, yaparız bunu ya' diye düşünüyor, bir kez daha umutlanıyorsunuz. Sonra o umutlarınız da yerle bir oluyor. Sally Face, temellendirilmeyen boş hayallerin nasıl can acıttığını gayet etkili bir biçimde bize gösteriyor. Teşekkürler Sally Face.
Bitirmeden Önce...
Buraya kadar okuduğunuz için teşekkür ederim. Yakın vakitte yeniden oyun, film ve kitap yorumlarıyla dönüş yapmak istiyorum. Benim gibi bir paranormal, cinayet ve korku severseniz Sally Face'i oynamanızı şiddetle tavsiye ederim. Oynadıysanız yahut bu yazıdan sonra oynamaya karar verdiyseniz yorum kutusunda benimle buluşmayı ihmal etmeyin!
Bir sonraki gönderimde görüşmek üzere!