“Merhaba
Kağıt Parçası,
Bu
satırları hayallerine kavuşmuş mükemmel bir insan yazıyor.
Ah,
bana Doktor Cotton da diyebilirsin.”
Hastane
yatağına iliştirilmiş sehpanın üzerinde bu dizeleri yazarken otuz iki diş
sırıtıyordu Luka. Boşta olan eliyle burnuna düşen yuvarlak gözlüklerini
düzeltti ve karalamasına kaldığı yerden devam etti.
“Uzun
zaman önce (Tam olarak hatırlayamıyorum… ııh… sanırım altı sene önce?)
televizyonlarda ‘Evrende yalnız değiliz!’ diye yayınlanan haberlerden bu yana
hayalim, ekranda gördüğüm o yeşil gezegene gitmekti. Kod adı N0304-S01V olan
gezegen. Biz insanlar o gezegene kısaca ‘Paraiso’ diyoruz. Çünkü o gün mercekten
gözlerimizin önüne serilen manzara ancak bir cennete ait olabilirdi. Yemyeşil
bahçeler, tertemiz su kaynakları ve yaşayan canlılar! O dönem uzay denen ıssız
çölün çok da uzak sayılmayan bir köşesinde, tıpkı Dünya gibi bir gezegende,
insan dışında yaşayan bir medeniyetin bulunmuş olması tüm dünyayı sarsmıştı. O
zamanlar on dokuz yaşlarında olan ben, durmadan bunun hakkında sayısız planlar yapmış
ve ailemin kafasını şişirmiştim. Güzel günlerdi. Ve daha da güzel günler
yakında şimdi. Ne olduğunu tahmin et. Yıllardır verdiğim emeklerin karşılığı
olarak Paraiso’ya araştırmacı olarak gidiyorum! İlk giden olma şerefine yaşım
ve tecrübem gereği erişememiş olsam da bir fark yaratacak ve ismimi herkese
hatırlatacağım. Doktor Cotton’ı bir gün herkes tanıyacak!”
Luka
iç geçirip elini çenesine koydu ve beyaz tavanı seyretti. Yeşil gözlerinin
önünden yalnızca gidip göreceği yerlerin önceden çekilmiş görüntüleri geçiyor
ve pek yakında tüm o görüntülere kendi gözleriyle şahit olacağını düşündükçe
içi kıpır kıpır oluyordu. Çok geçmeden hayal dünyasında gezinen bilinci,
odasının kapısının açılmasıyla dağılıp içeriye giren iki kişiye odaklandı. Biri
tıpkı kendisi gibi göz alıcı sarı saçlara sahip, bebek yüzlü bir genç kadın,
bir diğeri de fazla tanıdık olmayan beyaz önlüklü, orta yaşlı bir adamdı. İkisi
de içeriye girer girmez Luka’ya gülümsediler ve yattığı yatağın iki yanına
iliştiler. İlk konuşan beyaz önlüklü adam oldu.
“Heyecanlı
mısınız Cotton Bey?”
“Lütfen.
Doktor Cotton denmesini tercih ederim.”
Orta
yaşlı adam ağzını büzüp gözlerini kaçırırken sarışın kadın eliyle Luka’nın
omzuna hafifçe vurdu.
“Luka!
Ne saçmalıyorsun durup dururken? Lütfen kardeşimin kusuruna bakmayın.”
“Önemli
değil.” dedi doktor gülümseyerek. “Anlıyorum. Kardeşiniz haklı. Doktor Cotton unvanı
bahse değer bir dahi ve bu şekilde hitap edilmeyi hak ediyor.” Adam boğazını
temizleyip elinde tuttuğu belgeleri hafifçe kıvırdı. “Çıkacağınız yolculuğun
kurallarından ve adımlarından bahsetmeden önce ihtiyacınız olan her şeyi
yanınıza alıp almadığınızdan emin olmam gerek.”
Genç
kadının konuşmasına fırsat bırakmadan neşeyle haykıran Luka, önündeki sehpayı
kenara ittirip yanında hazır bulundurduğu küçük bavulu dizlerinin üzerine koydu
ve açıp ikisine gösterdi.
“İşte
hepsi burada! Ağrı kesiciler, rüya kovucular, uyku ilaçları, çizgi romanlar,
bir müzik çalar, birkaç kıyafet ve gizli gizli bir şeyler!”
Genç
kadın dudaklarını birbirine bastırmış endişeyle kardeşine bakarken yanlarındaki
doktor göbeğini hoplatarak güldü.
“Bu
harika Doktor Cotton. Bahsetmeseniz de bavulun derinliklerinde asıl ihtiyacınız
olacak donanımı görüyorum.”
“Doktor
Bey, bundan emin misiniz? Aklı havada kardeşimi böyle bir şey için göndermek
beni endişelendiriyor.”
Luka
kıkırdayıp ablasının elini tuttu.
“Endişe
etme abla. Ben iyi olacağım!”
“Senin
için değil zaten, seninle vakit geçirecek zavallılar için endişeleniyorum.”
Luka
dudaklarını büküp ellerini geri çekti. Doktor, kardeşler arasındaki gerilimi
dağıtmak adına araya girdi.
“Böyle
bir görev için Doktor Cotton’dan baha iyisi bulunamazdı hanımefendi.
Şirketimizin patronu, Cotton Bey’i özel olarak tavsiye etti. Ben de bu
teknolojinin geliştiricilerinden biri olarak seve seve projeyi devam ettirmeye
gönüllü oldum.”
“Ama…”
“Lütfen
hanımefendi. İşimizi daha fazla zorlaştırmayın. Korkmayın, her şey yolunda.
Biliyorsunuz ki bu projede en önemli olan şey Cotton Bey’in sağlığı.”
Doktor
elindeki belgeleri açıp konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
“Samsara
adını verdiğimiz projemiz, kişinin bilincini günümüz uzay yolculuğuna
dayanıklı, son derece fonksiyonel ve tıpkı kişinin kendi vücudu gibi gerçekçi
bir bedenin içine aktarmamıza olanak sağlıyor. Loka adını verdiğimiz bu
bedenler kişinin vücudunun tıpatıp aynısı görünümünde özenle üretiliyor ve
kişinin bilincini yüzde yüz koruyor.”
Luka
doktorun anlattıklarını yüzünde hayretin izleriyle dinliyordu. Söylediği her
şeye eli çenesinde, kafasını sallayarak cevap verdikten sonra mırıldandı.
“Bu
demek oluyor ki teknik olarak benim bir kopyamı yarattınız.”
“Yedek
bedeniniz diyelim.”
Luka
gözlerini kısıp adamı süzdü.
“Yapmadan
önce bana sorsaydınız biraz daha uzun boylu, biraz daha yapılı bir beden
yapmanızı rica edebilirdim! Bir de tam şu kalçamın altındaki doğum lekesini-”
Luka
yattığı yerden kot pantolonunu yavaşça kalçasından sıyırırken omzuna bir fiske
daha yedi. Ancak doktor gülüyordu.
“İşte
bu yüzden sormuyoruz. Şimdi, çıkacağınız yolculuk, bedenin içinde bulunacağı
makinenin inanılmaz hızına rağmen kırk sekiz saat sürecek bir yolculuk. Bu
yüzden Paraiso’ya varana kadar uykuda tutulacaksınız. Uyandığınızda oluşacak
baş ağrılarına karşı doktorlarımızın size temin ettiği özel ağrı kesicilerden
almanızı öneriyoruz. Uyandığınızda size önceden anlaşılmış bir rehber eşlik
edecek. Kendisi hakkında pek bir bilgimiz yok ancak iyi anlaşacağınızı
umuyoruz. Oradaki ihtiyaçlarınız için tamamen rehberinize güvenebilirsiniz.”
“Vay
canına.” Luka yatak çarşafının altından ayaklarını sağa sola sallıyordu. “İnsanlara
çok benzediklerini duymuştum. Ama duruşlarında insan olmayan garip bir hava
varmış. Sevimli bir bayan olsun! Lütfen sevimli bir bayan olsun!”
Luka
ellerini birleştirmiş dua eder gibi tekrarlarken ablası kafasını sağa sola
sallayıp önündeki bavulu toparladı.
“Araştırmaya
gidiyorsun Luka. Kendine bir kız bulmaya değil.”
“Neden
ama? Uzaylı bir kız arkadaş neredeyse bütün bilim kurgu geek’lerinin
hayalidir!”
“Koca
dünyada kendine uygun bir kız bulamadıysan orada hiç şansın yok sevgili
kardeşim.”
Doktor
yeniden araya girdi.
“Şirketinizin
sizden isteği, Paraiso’da bulunduğunuz süre içerisinde gözlemlediklerinizi
haftada bir iki defa günlüğünüze kaydetmektir. Loka’nız gezegene vardıktan
sonra belirli aralıklarla uyandırılacak ve bedensel gereksinimleriniz yerine
getirilecektir.”
“Bu
harika. Hadi şimdi gidelim.”
“Bavulunuzdaki
donanım bizimle iletişim kurmanıza olanak sağlayacak. Paraiso savaşın, nasıl
desem, bir nevi günah kabul edildiği barışçıl bir gezegen. Ancak bir sorununuz
olması durumunda yahut herhangi bir acil durum olasılığına karşın bu iletişim
cihazını açık bırakmanızı rica ediyoruz.”
“Çok
iyi. Pekâlâ, hadi gidelim.”
“Son
olarak Paraiso’ya gitmenizdeki asıl amacın bilincinde olarak, oradaki vaktinizi
verimli geçirmenizi rica ediyoruz.”
Luka
yatağın içinde sabırsızca kıpırdanıp ellerini iki yana sertçe bıraktı.
“Biliyorum
biliyorum! Yeterince masal anlatmadın mı amca? Yolla beni artık!”
“Luka!
Beyefendiye saygısızlık etme. Kaç yaşındasın sen?!” Genç kadın neredeyse
bağırıyordu. Luka omuz silkti.
“Yirmi
beş. Fakat bunun konumuzla alakası yok sevgili ablacığım. Gel de son kez
kucaklaşalım. Ben yokken kendine çok çok iyi bak.”
İki
kardeş sıkıca birbirlerini kucaklarken doktor odanın içinde hareket edip bilinç
aktarımında kullanacak ilaçları hazırladı. İğnenin açılan kapağının sesi
Luka’nın yüzünün buruşmasına sebep olmuştu. Titreyip bükülen midesi az sonra
ablasının hıçkırıklarıyla eski haline döndü.
“Abla,
neden ağlıyorsun?”
“Kes
sesini Luka…”
“Tamamen
gitmiyorum ya. Sık sık uyandıracaklarmış bak!”
“Seni
her gün ziyarete geleceğim, tamam mı? Her gün. Seni asla bırakmayacağım. Ablan
söz veriyor.”
“Amma
yaptın abla. Sanki ölüme gidiyormuşum gibi konuşuyorsun.“
Genç
kadın bir süre daha kardeşinin saçlarını okşayıp ağladı. Ardından kendini
toparlayıp gülümsedi. Kızaran burnu ve şişik gözleriyle tıpkı bir tavşanı
andırıyordu.
“Her
şey kardeşimin iyiliği için. Paraiso’da iyi eğlenceler.”
Doktor
elinde iğneyle hazır bir şekilde bekliyordu. Luka yattığı yerde geriye yaslanıp
sol kolunu uzattı. Ardından gülümseyerek ablasına baktı.
“Seni
seviyorum abla. Sakın ben yokken beyinsiz erkeklere gönlünü kaptırma.”
“Sakın
uzaylı bir kız arkadaş getirme. Seni seviyorum Luka.”
Luka, iğnenin
koluna battığını hissetmesiyle gözlerini yumdu. Tamamen uykuya dalmadan önce
tek hissettiği gözlüklerinin yüzünden alınışıydı. Kademe kademe uyuşan bedenine
rağmen gücünü topladı ve kırık dökük kelimelerle de olsa gözlüğünün bavula
konmasını talep etti.
Ardından
tamamen yabancı bir yerde gözlerini açana dek derin bir uykuya daldı.