"Bu şekilde karşılaşacağımızı tahmin
etmemiştim doğrusu."
Adam yüzünde en ufak bir duygu izi bulundurmaksızın, altı halkalarla sarılmış gözlerini tek bir noktaya dikmişti. Hıristiyan adetlerine göre yapılmış mermerden bir mezar taşıdı baktığı. Üzerine el yazısıyla "Daima Sevgiyle Hatırlanacak". "Sadık bir eş ve sevgi dolu bir anne. Tsukiko Crane." Bir de taşın dibine köklerinden kopmaması için tütsü yerleri yapılmıştı. Tütsüler bir haftadır aralıksız yağan yağmurlardan dolayı bitmeden ıslanıp sönmüşlerdi.
"O kadar da üzülmedin." diyordu içindeki ses elindeki çiçeği yavaşça tütsülerin arasına bırakırken. Kırmızı zambak. Tsukiko'nun en sevdiği çiçekti. İnancına göre, diğer bir deyişle evlendiği adamın inancına göre yeniden doğuşu simgeler. Acaba Tsukiko bunu biliyor muydu? "Yanındaki mezarı ayırtmak ister miydin? Hani, ne olur ne olmaz?"
İçindeki sesi duymazlıktan gelerek doğruldu ve gitmeden önce son kez mezar taşına baktı eski sevgilisinin.
Bu onu son görüşü olacaktı.
"Bir haftadır devam etmekte olan sağanak yağış tüm şehri felç etmiş durumda. Barajlar doldu ve gördüğünüz üzere arkamdaki yol tamamen su altında. İnsanlar karşıdan karşıya geçebilmek için ya suyun içine dalıyor ya da arkamda gördüğünüz vatandaşlarımız gibi pratik çözümler buluyorlar."
Çamurlu suyun içinde yüzen renkli plaj yatakları. Kahkahalarla gülen insanlar. Ardından kırsal kesimlerden birinde çıkan selde kaybolan insanları konu alan başka bir haber. Ağlayan yüzler, çamurlu suyun içinde yüzen eşyalar.
Kumandayı eline alıp televizyonu kapattı. Medyanın her şeyi malzeme haline getirmesinden oldu olası nefret etmişti. Sonu gelmeyen iç geçirişleri bir paket sigarayı daha tüketmişti. Geniş salonun tavanı dans eden beyaz hayaletlerle doluydu. Özgürlüklerine kavuşabilsinler diye kalkıp pencerelerden birini araladı ve izmarit dolu küllüğü kapanmasını önlemek için önüne koydu. Kırk altı yıllık hayatı boyunca sayısız kez bu hayaletleri biriktirme alışkanlığını bırakmaya çalışmış ancak başarısız olmuştu Osamu. Bu akşam da o başarısız girişimlerinden birine daha imza atmıştı.
"Tebrikler!"
Kendini alkışladı ve ayağa kalkıp pencere dibindeki süs çiçeklerini suladı. Her gün bu küçük şeylerin hayatını bir kademe daha zorlaştırdığından yakınır, her seferinde de yanlarına bir yenisini daha eklerdi. Hareket edemeseler de, konuşamasalar da onları dünyadaki birçok şeyden daha anlamlı ve ilgi çekici buluyordu. Belki de hala hayatta oluşunun sebebi böyle küçük bir şeydi.
Sulama kabını mutfağa geri götürdü. Dönüşte bir çift ölü gözle karşı karşıya gelmişti. Kalbi bir anlığına hızla çırpındı. Ardından iç geçirişlerine bir yenisini ekledi.
"Ah. Benmişim."
Aynada çökmüş gözaltlarını ve hafiften beyazlayan saçlarını inceledi. Yaşlanmaya dair işaretler boy göstermiş olmasına rağmen senelerdir yüzünde belirgin bir değişiklik olmamıştı. Sanki kendini bildi bileli bu haldeydi. Bir altmış beş boy, siyah düz standart kesim saçlar, kemikli eller, ölü gözler.
Ölü gözlerin yaşlanmayla uzaktan yakından alakası yoktu.
Ölü gözler hep vardı. Ve bundan sonra da olacaktı.
Biip biip. Gün değişimi.
Ölü gözler dönüp duvarda asılı saate baktı. Saatin ortasındaki tarih bölmesi iki Kasım'ı gösteriyordu. Saatin sesi onu uyandırana kadar kanepesinde uyukladığının farkında değildi.
"Doğum günün kutlu olsun." dedi kendi kendine. "Sürprizlere açık ol, Osamun. Kim bilir, belki hayatının mucizesiyle karşılaşırsın."
Bunu söylerken Tsukiko'yu taklit etmişti.
"Hayatımın mucizesi benden seneler önce ayrılıp bir yabancıyla evlendi ve uzaklara gitti. Şimdi o kadar uzakta ki, artık bu dünyada bile değil."
Kalkıp pencereyi kapattı ve ışıkları söndürdü.
"Mucizeler ancak bir çocuğun inanabileceği ölçüde gerçek."
Adam yüzünde en ufak bir duygu izi bulundurmaksızın, altı halkalarla sarılmış gözlerini tek bir noktaya dikmişti. Hıristiyan adetlerine göre yapılmış mermerden bir mezar taşıdı baktığı. Üzerine el yazısıyla "Daima Sevgiyle Hatırlanacak". "Sadık bir eş ve sevgi dolu bir anne. Tsukiko Crane." Bir de taşın dibine köklerinden kopmaması için tütsü yerleri yapılmıştı. Tütsüler bir haftadır aralıksız yağan yağmurlardan dolayı bitmeden ıslanıp sönmüşlerdi.
"O kadar da üzülmedin." diyordu içindeki ses elindeki çiçeği yavaşça tütsülerin arasına bırakırken. Kırmızı zambak. Tsukiko'nun en sevdiği çiçekti. İnancına göre, diğer bir deyişle evlendiği adamın inancına göre yeniden doğuşu simgeler. Acaba Tsukiko bunu biliyor muydu? "Yanındaki mezarı ayırtmak ister miydin? Hani, ne olur ne olmaz?"
İçindeki sesi duymazlıktan gelerek doğruldu ve gitmeden önce son kez mezar taşına baktı eski sevgilisinin.
Bu onu son görüşü olacaktı.
"Bir haftadır devam etmekte olan sağanak yağış tüm şehri felç etmiş durumda. Barajlar doldu ve gördüğünüz üzere arkamdaki yol tamamen su altında. İnsanlar karşıdan karşıya geçebilmek için ya suyun içine dalıyor ya da arkamda gördüğünüz vatandaşlarımız gibi pratik çözümler buluyorlar."
Çamurlu suyun içinde yüzen renkli plaj yatakları. Kahkahalarla gülen insanlar. Ardından kırsal kesimlerden birinde çıkan selde kaybolan insanları konu alan başka bir haber. Ağlayan yüzler, çamurlu suyun içinde yüzen eşyalar.
Kumandayı eline alıp televizyonu kapattı. Medyanın her şeyi malzeme haline getirmesinden oldu olası nefret etmişti. Sonu gelmeyen iç geçirişleri bir paket sigarayı daha tüketmişti. Geniş salonun tavanı dans eden beyaz hayaletlerle doluydu. Özgürlüklerine kavuşabilsinler diye kalkıp pencerelerden birini araladı ve izmarit dolu küllüğü kapanmasını önlemek için önüne koydu. Kırk altı yıllık hayatı boyunca sayısız kez bu hayaletleri biriktirme alışkanlığını bırakmaya çalışmış ancak başarısız olmuştu Osamu. Bu akşam da o başarısız girişimlerinden birine daha imza atmıştı.
"Tebrikler!"
Kendini alkışladı ve ayağa kalkıp pencere dibindeki süs çiçeklerini suladı. Her gün bu küçük şeylerin hayatını bir kademe daha zorlaştırdığından yakınır, her seferinde de yanlarına bir yenisini daha eklerdi. Hareket edemeseler de, konuşamasalar da onları dünyadaki birçok şeyden daha anlamlı ve ilgi çekici buluyordu. Belki de hala hayatta oluşunun sebebi böyle küçük bir şeydi.
Sulama kabını mutfağa geri götürdü. Dönüşte bir çift ölü gözle karşı karşıya gelmişti. Kalbi bir anlığına hızla çırpındı. Ardından iç geçirişlerine bir yenisini ekledi.
"Ah. Benmişim."
Aynada çökmüş gözaltlarını ve hafiften beyazlayan saçlarını inceledi. Yaşlanmaya dair işaretler boy göstermiş olmasına rağmen senelerdir yüzünde belirgin bir değişiklik olmamıştı. Sanki kendini bildi bileli bu haldeydi. Bir altmış beş boy, siyah düz standart kesim saçlar, kemikli eller, ölü gözler.
Ölü gözlerin yaşlanmayla uzaktan yakından alakası yoktu.
Ölü gözler hep vardı. Ve bundan sonra da olacaktı.
Biip biip. Gün değişimi.
Ölü gözler dönüp duvarda asılı saate baktı. Saatin ortasındaki tarih bölmesi iki Kasım'ı gösteriyordu. Saatin sesi onu uyandırana kadar kanepesinde uyukladığının farkında değildi.
"Doğum günün kutlu olsun." dedi kendi kendine. "Sürprizlere açık ol, Osamun. Kim bilir, belki hayatının mucizesiyle karşılaşırsın."
Bunu söylerken Tsukiko'yu taklit etmişti.
"Hayatımın mucizesi benden seneler önce ayrılıp bir yabancıyla evlendi ve uzaklara gitti. Şimdi o kadar uzakta ki, artık bu dünyada bile değil."
Kalkıp pencereyi kapattı ve ışıkları söndürdü.
"Mucizeler ancak bir çocuğun inanabileceği ölçüde gerçek."
"Sen benim gibi biri için fazlasın Osamu.
Benim gibi basit insanlar kendilerine benzer kişilere âşık olur."
Sancılı bir uykunun ardından zorlukla uyanabilen ihtiyarın gözleri açılır açılmaz duvardaki saate odaklanmıştı. Tik takları odanın içinde yankı yapan saatin akrebi öğleni gösteriyordu.
"Dükkân açmak için geç bir saat. İyi ki çırağım var."
Telefonunda biriken arama kayıtlarını ve mesajları gördüğünde mutfakta kendine çay hazırlamaktaydı. Çaysız gün başlamazdı. Bu gençlik günlerinden beri değişmez bir kuraldı. Gelen mesajlara karşılık vermekle uğraşmak yerine (Hem zaman kaybıydı hem de bu yeni nesil araçlarla arası pek iyi değildi.) mesajların sahibi olan çırağını aradı. Daha ilk çalmada telefon açılmış, karşıdaki ses panik ve tedirginlikle titreyerek konuşmaya başlamıştı.
"A-alo? Alo? Sensei?"
"Wataru-kun? Merhaba. Beni aramışsı-"
Karşıdaki ses Osamu'nun konuşmasını bitirmesine fırsat bırakmadan konuşmaya devam etti.
"Bana çok kızgın olduğunuzun farkındayım! Dükkâna geç gelir yahut önceden mazeret bildirmezsem önlüğümü dükkâna bırakıp gözünüze gözükmememi söylemiştiniz! Ama gerçekten arama fırsatını bulabilseydim sizi haberdar edecektim! Geri arayıp bir şans daha verdiğiniz için çok teşekkür ederim!"
Wataru'nun telefonun öbür ucunda yerlere kadar eğildiğini görür gibi olmuştu Osamu. Sırıtarak çayını yudumlarken cevap verdi.
"Neymiş bu mazeretin bakalım?" Sesi kendinden emin ve biraz da kızmış gibi geliyordu kulağa. Sanki öğlene kadar uyuklayan sorumsuz usta kendisi değilmiş gibi.
"E-eşim efendim. Dün gece doğum yaptı."
Osamu'nun gözleri şaşkınlıkla açıldı.
Sancılı bir uykunun ardından zorlukla uyanabilen ihtiyarın gözleri açılır açılmaz duvardaki saate odaklanmıştı. Tik takları odanın içinde yankı yapan saatin akrebi öğleni gösteriyordu.
"Dükkân açmak için geç bir saat. İyi ki çırağım var."
Telefonunda biriken arama kayıtlarını ve mesajları gördüğünde mutfakta kendine çay hazırlamaktaydı. Çaysız gün başlamazdı. Bu gençlik günlerinden beri değişmez bir kuraldı. Gelen mesajlara karşılık vermekle uğraşmak yerine (Hem zaman kaybıydı hem de bu yeni nesil araçlarla arası pek iyi değildi.) mesajların sahibi olan çırağını aradı. Daha ilk çalmada telefon açılmış, karşıdaki ses panik ve tedirginlikle titreyerek konuşmaya başlamıştı.
"A-alo? Alo? Sensei?"
"Wataru-kun? Merhaba. Beni aramışsı-"
Karşıdaki ses Osamu'nun konuşmasını bitirmesine fırsat bırakmadan konuşmaya devam etti.
"Bana çok kızgın olduğunuzun farkındayım! Dükkâna geç gelir yahut önceden mazeret bildirmezsem önlüğümü dükkâna bırakıp gözünüze gözükmememi söylemiştiniz! Ama gerçekten arama fırsatını bulabilseydim sizi haberdar edecektim! Geri arayıp bir şans daha verdiğiniz için çok teşekkür ederim!"
Wataru'nun telefonun öbür ucunda yerlere kadar eğildiğini görür gibi olmuştu Osamu. Sırıtarak çayını yudumlarken cevap verdi.
"Neymiş bu mazeretin bakalım?" Sesi kendinden emin ve biraz da kızmış gibi geliyordu kulağa. Sanki öğlene kadar uyuklayan sorumsuz usta kendisi değilmiş gibi.
"E-eşim efendim. Dün gece doğum yaptı."
Osamu'nun gözleri şaşkınlıkla açıldı.
"Aileye küçük bir baş belası geldi.
Tebrikler Wataru." İçindeki ses bir kez daha
patavatsızlığını ortaya koyuyordu.
"Öyle mi? Tebrik ederim." diyebildi sadece.
Wataru konuşmanın geri kalanında bugün dükkâna gelemeyeceğini her cümlesinin başında özür ifadeleriyle bildirip görüşmeyi bitirdi. Dükkân açacak bir çırak olmadığından ustanın daha fazla uyuşukluk yapmak gibi bir ayrıcalığı olamazdı. Çayını içip hazırlandı ve vakit kaybetmeden dükkânının yolunu tuttu.
Dükkânın ahşap kapıları minik tıkırtılar çıkararak açıldı. Şimdi dükkân sahibinin geç de olsa her zamanki ritüeli uygulama vaktiydi. Kendini bildi bileli bu atölyesiyle birbirine bağlı bulunan seramik eşya dükkânında çalıştığından, kapıları açıp üzerinden temizlik yapmak ve komşu dükkânların sahipleriyle havadan sudan konuşmak gibi şeylere çoktan beri alışmıştı. Geleneksel seramik boyamacılığı babasından Osamu'ya kalmış tek cevherdi. Ölmeden önceki son saatlerini bile bu atölyede, üzerinde lekeli bir önlük ve elinde fırçayla geçiren ihtiyar adam, zanaatının ne kadar çok devam etmesini istemiş olsa da Osamu'yu hiçbir zaman kendi işini yapması için zorlamamıştı. Ama Osamu, çok sevdiği babasından kalan anıların yerleştiği bu dükkânı öylece tek edememişti.
"Bu aptallık!"
Çalışma önlüğünü üzerine giyerken Tsukiko'nun bir martıyı andıran ince sesi kulaklarında yankılandı. Dün yarım bıraktığı işine devam etmek için hemen atölyeye geçmişti. Zaten bu saatte pek gelen gidenin olacağını da zannetmiyordu.
"Neden yazmak gibi harika bir yeteneğin varken bunu baba mesleğinin ardına saklıyorsun?"
Yazar olmak genç bir delikanlıyken Osamu'nın tek hayaliydi ve Tsukiko'nun da sık sık onu desteklediği olurdu. Ama babasının ölümünden kendini koparamayınca bu hayalinden vazgeçmişti.
"Belki de Tsukiko haklıydı." diye düşündüğü oluyordu. Ama bu yine de onun kendisine yaptıkları için bir mazeret olamazdı.
Düşüncelere dalmış halde safir rengi boyaya bulanmış ince fırçasını dikkatle ve incelikle seramik kâsenin üzerinde gezdirirken dükkânın kapı zillerinin çaldığını işitti.
Ah. Beklenmedik bir müşteri.
Fırçasını ve kâsesini yavaşça bırakıp dükkâna açılan ara kapıya koştu. Gelen müşteri, daha doğrusu bir misafirdi, Osamu'nın kapının eşiğine çakılıp kalmasına ve kısa süreliğine düşünce yetisini kaybetmesine sebep olmuştu.
Siyah düz saçları omuzlarına dökülen bir bayandı karşısındaki. Minik dudaklarıyla belli belirsiz gülümsüyor, cam gibi ışıldayan gözleriyle Osamu'yu süzüyordu.
"Affedersiniz. Seramik boyacısı Osamu Bey siz misiniz?"
Osamu'nun midesi artık arıların durmaksızın girip çıktığı bir kovandı sanki. Hızlanan kalp atışlarına engel olamıyordu. Benzerlik kaçınılmazdı. Bu genç kadın Tsukiko'nun bir kopyasıydı adeta.
Tereddütle kafasını sallarken genç bayan sekerek ona yaklaştı ve ansızın kollarını adamın etrafına dolayıp onu sıcak bir kucaklamanın içine hapsetti.
Osamu hareket edemiyor, düşünemiyordu. Etrafını saran çiçek kokusu anılarını da beraberinde getirmiş, hüzünle karışık bir uyuşukluğun pençesine düşmüştü. İnce, martıyı andıran hayaletin sesi bir kez daha bilinçaltında yankılandı.
"Sürprizlere açık ol Osamun! Kim bilir, belki hayatının mucizesiyle karşılaşırsın."
"Öyle mi? Tebrik ederim." diyebildi sadece.
Wataru konuşmanın geri kalanında bugün dükkâna gelemeyeceğini her cümlesinin başında özür ifadeleriyle bildirip görüşmeyi bitirdi. Dükkân açacak bir çırak olmadığından ustanın daha fazla uyuşukluk yapmak gibi bir ayrıcalığı olamazdı. Çayını içip hazırlandı ve vakit kaybetmeden dükkânının yolunu tuttu.
Dükkânın ahşap kapıları minik tıkırtılar çıkararak açıldı. Şimdi dükkân sahibinin geç de olsa her zamanki ritüeli uygulama vaktiydi. Kendini bildi bileli bu atölyesiyle birbirine bağlı bulunan seramik eşya dükkânında çalıştığından, kapıları açıp üzerinden temizlik yapmak ve komşu dükkânların sahipleriyle havadan sudan konuşmak gibi şeylere çoktan beri alışmıştı. Geleneksel seramik boyamacılığı babasından Osamu'ya kalmış tek cevherdi. Ölmeden önceki son saatlerini bile bu atölyede, üzerinde lekeli bir önlük ve elinde fırçayla geçiren ihtiyar adam, zanaatının ne kadar çok devam etmesini istemiş olsa da Osamu'yu hiçbir zaman kendi işini yapması için zorlamamıştı. Ama Osamu, çok sevdiği babasından kalan anıların yerleştiği bu dükkânı öylece tek edememişti.
"Bu aptallık!"
Çalışma önlüğünü üzerine giyerken Tsukiko'nun bir martıyı andıran ince sesi kulaklarında yankılandı. Dün yarım bıraktığı işine devam etmek için hemen atölyeye geçmişti. Zaten bu saatte pek gelen gidenin olacağını da zannetmiyordu.
"Neden yazmak gibi harika bir yeteneğin varken bunu baba mesleğinin ardına saklıyorsun?"
Yazar olmak genç bir delikanlıyken Osamu'nın tek hayaliydi ve Tsukiko'nun da sık sık onu desteklediği olurdu. Ama babasının ölümünden kendini koparamayınca bu hayalinden vazgeçmişti.
"Belki de Tsukiko haklıydı." diye düşündüğü oluyordu. Ama bu yine de onun kendisine yaptıkları için bir mazeret olamazdı.
Düşüncelere dalmış halde safir rengi boyaya bulanmış ince fırçasını dikkatle ve incelikle seramik kâsenin üzerinde gezdirirken dükkânın kapı zillerinin çaldığını işitti.
Ah. Beklenmedik bir müşteri.
Fırçasını ve kâsesini yavaşça bırakıp dükkâna açılan ara kapıya koştu. Gelen müşteri, daha doğrusu bir misafirdi, Osamu'nın kapının eşiğine çakılıp kalmasına ve kısa süreliğine düşünce yetisini kaybetmesine sebep olmuştu.
Siyah düz saçları omuzlarına dökülen bir bayandı karşısındaki. Minik dudaklarıyla belli belirsiz gülümsüyor, cam gibi ışıldayan gözleriyle Osamu'yu süzüyordu.
"Affedersiniz. Seramik boyacısı Osamu Bey siz misiniz?"
Osamu'nun midesi artık arıların durmaksızın girip çıktığı bir kovandı sanki. Hızlanan kalp atışlarına engel olamıyordu. Benzerlik kaçınılmazdı. Bu genç kadın Tsukiko'nun bir kopyasıydı adeta.
Tereddütle kafasını sallarken genç bayan sekerek ona yaklaştı ve ansızın kollarını adamın etrafına dolayıp onu sıcak bir kucaklamanın içine hapsetti.
Osamu hareket edemiyor, düşünemiyordu. Etrafını saran çiçek kokusu anılarını da beraberinde getirmiş, hüzünle karışık bir uyuşukluğun pençesine düşmüştü. İnce, martıyı andıran hayaletin sesi bir kez daha bilinçaltında yankılandı.
"Sürprizlere açık ol Osamun! Kim bilir, belki hayatının mucizesiyle karşılaşırsın."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder