2021/09/19

yıllık ruh temizleme ritüeli (sen, evet sen! sen de davetlisin!)

bu saatte hangi sesin bana eski blog yazılarımı okumamı fısıldadığını bilmiyorum fakat bir daha ortaya çıkacak olursa kıçını havaya uçurmak üzere kendisini bekliyor olduğumu buradan duyurmak istiyorum

buna ek olarak, bu yazının daha önce 3548465 kopyasını yazmış olsam da bir kez daha, burada gezip duran gölgeleri ve karabasanlarımı, hatta sikimsonik hayatımın yazmama mani olduğu alternatif evrenin mini mini, değerli kahramanlarını merakta bırakmamak adına buraya yazıyorum

çok üzülerek söylüyorum ki hala nefes alıyorum
hayır, gerçekleştirmek istediğim hiçbir şeyi gerçekleştiremedim
ve bundan dolayı kendime ve yaşadığım bu boktan hayata bir evren dolusu nefret duyuyorum

daha önce insanların bir gün beni arkadaşı olarak görüp öbür gün nasıl başından siktir ettiğini yazmışım. değişen bir şey olmadı.

ailece kaosun parlak algli sahilinde yürürken birbirimizi boğazlamamak için nasıl zor durduğumuzdan bahsetmişim. değişen bir şey olmadı.

deliliğin dağlarında küçük bir kulübe inşa edip öfkemi fincan fincan içip cin gibi dolaştığımdan bahsetmişim. değişen bir şey olmadı.

nasıl geceleri uyuyamayıp duvarları tırmaladığımdan bahsetmişim. değişen bir şey olmadı.


o zamandan bu zamana değişen tek bir şey oldu, o da artık pes etmiş ve her şeyi akışına bırakmış olmam

artık bir şeyler olmadığı için kendimi tokatlamıyorum zaten kendimi tokatlamak için daha çok sebebim var

bir şeyler kötüye gittiğinde üzülmüyorum çünkü zaten işlerin kötüye gitmesine çok uzun zaman önce alıştım. bunu bu sayfayı uzun süredir okuyanlar çok net hatırlayacaktır eminim.

yani hiçkimse.


insanlara dışarıdan çok hayat dolu görünebilirim. sosyal medya denen hayali gerçeklik yalan senaryolar kurmakta ve bunu diğer hayali gerçeklik kuran kişilere inandırmakta oldukça etkili bir araç. hala 8 sene önceki gibi olduğumu düşündürten bu araç beni epey eğlendiriyor.


hala hayallerim varmış gibi gösteriyor beni. hala hayatı severek yaşıyormuşum gibi gösteriyor.
gerçi geri dönüp hayatıma şöyle bir baktığımda hayatı severek yaşadığım en son tarih ortaokul senelerime tekabül ediyor. yani beynimi kullanmadığım zamanlara.

hayatımın iyi yönde değişeceğine dair tek bir umudum yok. şayet olur da değişirse ne ala. fakat değişmezse tez vakitte yok olmayı ve bu sayfayı rahat bırakmayı diliyorum.  


2021/03/13

venti için en iyi artifact buildi (sadece venti'niz olmadığında çalışır)

  herkese iyi ikindiler

son görüşmemizde kışın zihninizi donmaktan kurtarmak için hangi öfkenizi yakıt olarak kullandığınızı sormuştum hatırladınız mı? ben de hatırlamadım

ben her zaman üşüyorum ve çok sık donuyorum. evet, bazen dünyanın akışına yetişmek için akrep ve yelkovana gelişmeleri sorduğum oluyor. çok şey kaçırmadın diyorlar bana. dediklerine göre insanlar hep aynı hayal kırıklığıymış.

lord demands you to
shut the fuck up


hayatının neredeyse tamamını toprağın altında uyuyormuş gibi geçiren biri için öm çok da yabancı bir şey olmasa gerek.

öfke diyordum,, bir insanın ruhunda tecrübe edebileceği en yoğun duygudur. bu soruya 'sevgi' diye cevap verenlerin ise hayatı gerçekten tecrübe ettiğine inanmak pek zor.

sevgi ve mutluluk gibi duygular insanın sinirlerini uyuşturup yavaş yavaş, sinsice yakmaya başlayan, her tecrübe edilişinde daha fazlasını arzulatan kötü alışkanlıklardan ibarettir. öfke ise bir kere ziyaretinize uğradığı zaman sizi asla bırakmaz. ölüm korkusuyla baş başa kaldığınız gecelerde sevginin elinden hiçbir şey gelmezken eski haksızlıkların kulağınıza ilişen öfkeli fısıltısı sizi pes etmekten alıkoyar. 

bu delilik biraz hoşuma gitmeye başladı. kokusu karpuz gibi. karpuza bayılırım.

hala bu sayfayı takip ediyorsanız çok şanslısınız! çünkü iyi bir yazar olabilecek iken elinde olmayan nedenlerden dolayı dünya içinde cehennemin katmanlarını tecrübe eden birisinin parça parça kafayı sıyırışına şahit oluyorsunuz ve bu kişi hala burada olduğunuz için sizi geceleri gördüğü kabusların sayısı kadar seviyor!

bu arada gözlüklerin insanların içindeki gerçek sahtekarı gösterememesi beni fena halde öfkelendiriyor. resmen dolandırıcılık bu! en iyisi gözlükler yasaklanmalı ve dilerim herkes bir gün ifşa ipine bağlı bir pinata olur çünkü iyiden iyiye uykum kaçıyor.

çok yakında benden kurtulacaksınız söz veriyorum

baksanıza, ben burada hala yazıyorum. romanımı değil ama. burada olduğu gibi saçmalıyorum 

  çünkü bana yalnızca bu yakışıyor

2021/02/18

bir başka saçma: amnesia memories kent serinin asıl karakteri olmalıydı

merhaba kendimden nefret ediyorum umarım iyisinizdir

bu gönderide yine lakrimal kemiklerimi oksitleştirip ayakabımın altına yapışan maziyi yüksek basınçlı oto yıkama makinesiyle kazırken favori timpanik membranımla ritim tutturarak hayvanat bahçesinin tam ortasında haiku seslendireceğim

credits: hanamura mai
(idea factory)
amnesia memories, sümüklü bir ergenus salakus olarak boşa oksijen harcadığım zaman aralığında sosyal etkileşim yoksunluğumu tatmin etmek için oynadığım, gerçek dışı insan ilişkileri ve var olmayan sevgili profillerinin genç kızlara dayatıldığı bir romantizm simülasyon oyunu. bir gün aniden hepimizin de son zamanlarda tutkuyla dilediği gibi tüm hafızasını kaybedip yeni doğmuş bir bebek gibi gözlerini açan ve orion adında kimsenin göremediği bir yaratıkla hafızasının kırıntılarını toplamaya çalışan heroine'in hikayesini konu ediniyor. sözde kendinizi onun yerine koyduğunuz için ana karakterin ismini de siz veriyorsunuz ve yaşadığınız evrende yakın olduğunuz beş beyefendiden birine yapışıp 'affedersin ya şey biz çıkıyo muyduk?' diye yamanıp ilişkinizi ilerletmeye çalışıyorsunuz.

başlıkta bahsi geçen kent isimli beyefendi bu beş zavallı erkekten biri. zavallı diyorum çünkü zaten oyun baştan sonra bir belirsizlik çorbası olduğu için doğru düzgün yaşamaya çalışan bu karakterlerin hayatları (ukyo'yu saymıyorum) heroine'in saçmalıklarıyla altüst oluyor ve bundan en çok etkilenen kent oluyor.


kent; üniversite mezunu, zeki, çevik, iyi huylu, ne yazık ki yaptığı romantik tercihe bakılacak olursa yüksek ihtimal moroseksüel, kapı gibi bi genç adam (kapı gibi diyorum çünkü boyu 1.90 ve 1.60 bir bahçe cücesi olarak 1.90 boyunda birisini hayal etmek bana lochness canavarını hayal etmek kadar büyüleyici geliyor). kent belki de oyundaki en silik ve arka planda kalan eleman olarak akıllarda kalıyor fakat zaman geçtikçe kent'in aslında oyundaki tek akıl mantık sahibi karakter olduğunun farkına varıyorsunuz. işte kent'in neden serinin asıl karakter olması gerektiğiyle ilgili bir takım saçmalar.


1. iyi aile çocuğu
aklı başında bir ana babanın tek çocuğu olarak kent hem kibar, hem görgü sahibi hem de karşısındaki insan çöp bile olsa (bu geçmişinde kent'e bok gibi davranmış olan heroine için) ona saygıyla hitap edip çirkinleşmeden belirli kurallar çerçevesinde iletişim kurabilen birisi. bu konuda sadece serideki oynanabilir erkek karakterleri değil serideki bütün karakterleri solda sıfır bıraktığının en büyük örneği olarak bunca zamandır kendisiyle oyun oynayıp dalga geçmiş olmasına rağmen heroine'i insan yerine koyup hafızasını geri kazanmasına yardım etmesini ve kimsenin göremediği bir perinin kendisiyle konuştuğu saçmalığına inanıp o periyle iletişime geçmeye çalışmasını gösterebiliriz.

kent, heroine'i sevmeyi gerçekten denerken
2. işimdeyim gücümdeyim
heroine gelip içine sıçmamış olsa tıkırında bir hayata sahip bir karakter. diğer karakterler gibi kalbi ya da pantolonunun içindekiyle hareket etmeyen, mantıklı, zeki, çalışkan, hırslı ve hedef odaklı bir karakter olarak zaten route sonunda zerre hak etmemesine rağmen heroine'i nasıl prensesler gibi yaşattığını oyunu oynayanlar görecektir. sadece hayatındaki önceliklere bakarak bile ne kadar kalite sahibi biri olduğunu görebilirsiniz.


3. HAYVANSEVER

her ne kadar evindeki bitkileri deney amaçlı işkenceye tabi tutsa da sırf uzaktan gözlemesi eğlenceli olduğu için tüm hayvanlara büyük bir sevgi ve saygı besleyen bir karakter. hatta seri içinde bunu yapan tek karakter. seri içinde hiçbir karakter heroine'in ölen köpeği için hiç alışık olmasa da kıza saatlerce duygusal destek vermezdi. her ne kadar uzaktan soğuk, duygusuz ve robot gibi bir karakter olarak görünse de yaklaşıldığında aslında kedi gibi birisi. 

we stan an asexual prince
4. bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir
kent, seri içinde orion'un (heroine'den başka kimsenin göremediği peri) varlığını kabul edip onunla iletişime geçmeye çalışan tek karakter. bu da onun ne kadar bilgili ve mantık çerçevesinde hareket ederse etsin hakikate ulaşma yolunda her şeyi denediğinin ve bildiklerinin asla tek doğru olmadığını kabul ettiğinin bir kanıtıdır. bu senaryo diğer karakterlerle asla gerçekleşemezdi.

5. sabırlı birisi
gerçekten ama. hiçbir insan heroine'in hafızam kayıp peri cin görüyorum köpeğim öldü ve bitmek bilmez bir adet dönemi ruh halindeyim saçmalıklarına katlanacak kadar sabırlı olamazdı. zaten farkındaysanız route'un büyük kısmında heroine'le romantik bir ilişki içine girme çabasında bulunmuyor, sadece deniyor ve olsa da olur olmasa da olur kafasında gidiyor çünkü heroine'e maksimum ancak bu kadar katlanılabilir

6. ISHIDA AKIRA MUCİZESİ
bu karakteri sadece ishida akira'nın seslendirmiş olması bile karaktere +1000 mükemmellik puanı katıyor. kabul edin kent seri içinde en sevimsiz resmedilmiş karakterlerden biri fakat bu sadece oyun yapımcılarının sizi düşürmek için oynadığı zekice bir oyun. seri içindeki en sevimsiz görünümlü karakteri alıp dünyadaki en seksi sesle birleştirip arka planına olabilecek en mantıklı insanın düşünce yapısını kodlayarak genç kızları gerçek hayatta nerdy tiplere düşürmeye çalışıyorlar.

bence başarılı da oluyorlar. 
bu karakteri sevmem için sadece ishida akira'nın sesini duymam yeterliydi.
aferin amnesia ekibi!

7. altıncı madde
ishida akira'ya gerçekten büyük çok büyük aşığım onu ne kadar çok sevdiğimi, onun yüzünden kaç
kent, heroine'in saçmalıklarına katlanırken
saçma animeye başladığımı, kaç ilgimden uzak oyuna sırf o seslendirme yapıyor diye para saydığımı bilemezsiniz. son zamanlarda sadece büyük yapımlarda küçük roller alması beni fazlasıyla üzüyor ama en kötü zamanlarımda beni mükemmel sesiyle ve harika kişiliğiyle etkileyip ruhsal bulantılarımı bastırdığı günleri asla unutmayacağım. ortalama altı görüntüsünün gölgesinde kalmış güzel kişilikli bir karakteri muazzam sesiyle ön plana çıkardığı için büyük kocaman kırmızı kalpler.

her ne kadar kaçık kişiliğinden dolayı kendime benzettiğimden ukyo'yu bütün karakterlerden üstte tutsam da kent'in de kalbimde ayrı bir yere sahip olduğunu söylemek istiyorum. bence bu seriye fazla geliyor. hatta serinin vasat seviyede olan kalitesini iki üç seviye yükseltiyor. bir avuç ruh hastasıyla aynı evrende sıkışıp kaldığı için kendisine biraz üzülüyor ve daha iyisini hak ettiğini düşünüyorum.

artwork credits to hanamura mai <3
siz de benimle aynı fikirdeyseniz sosyal medyada #justiceforkent etiketiyle bu karaktere destek olabilir ya da benim gibi ağlayarak günlüğünüze yazabilirsiniz.

bir sonraki can çekişmemin üzerine toprak atmak için takipte kalın!

2021/02/14

14 şubat sevgililer gününde alınacak en iyi 5 hediye (%100 çalışıyor)

yalnızca başlıkla alakası olan gif
kafamı düzeltmeye çalışma gayesiyle çekildiğim inziva sırasında onca kabusun içinde az da olsa gidişatımla ilgili düşünme fırsatı bulabildim ve ne yola başvursam hepsinin tek bir noktada yani bok çukurunda sonlanacağı neticesine varıp benim gibi insanların ne kadar çabalarsa çabalasın bir yere varamayacağını ve asla düzelemeyeceğini, bundan dolayı da kendini bu şekilde kabul etmesi gerektiği fikrine vardım. hayatımın sonuna kadar kitap sayfalarında yaşayan beyinsiz fikirsiz bir ota dönüşüp tek başına ölme fikri artık o kadar da korkunç gelmiyor. bu hayatın ne kadar gelip geçici olduğunu, ne kadar bağlanırsan bağlan, ne kadar uğruna kendini paralarsan parala eninde sonunda her şeyin yok olup hiçliğe dönüşeceğinin, hatta benim varlığımın bile bir çöp parçasından daha değersiz hale gelip tamamen unutulacağının son derece bilincindeyim. hatta bunun bilincinde oluşumun haftalardır uykusuzluğumun ana kaynağı oluşunun da farkındayım ancak ne kadar kendime bunu unutmamı tembihlersem tembihleyeyim bir türlü zihnimden atamıyor ve hayatı kendime bu şekilde zehir ediyorum. ruhum bu yaşta tecrübe ettiğim gündüz kabuslarına katlanamıyor artık. nasıl uyanacağımı bilmiyorum.

buraya yazmayı bırakmayacağım. burası hala nefes alabildiğim, hayallerimden bahsedebildiğim ve bu hayalleri sanki gerçekleştirebilecekmişim gibi geçici aldatmacalarla resmederek kendimi mutlu edebildiğim tek yer. kimsenin okumayacağı saçma sapan gönderiler yazmaya devam edeceğim. aptalca hikayeler kusacağım bu sayfalara. neler yaşadığımı anlayamazsınız ama hikayelerimi okuyarak yaşadığım kabuslara anahtar deliğinden bakabilirsiniz.

2021/02/10

Kitap Tanıtım / Yorum: Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat - Şemsettin Sami

Başlamadan Önce
Yine normal davranmak için muazzam bir çaba gösterdiğim bir akşamdan herkese merhaba. Ruhum, hayatımın etrafına sardığı kargaşa girdabının tam ortasında can çekişirken tüm bunları görmezden gelip hayata tutunmak için yine yazıyorum. Fakat bu sefer bir önceki iki üç yazıda olduğu gibi saçmalamayacak, okuduğum kitap hakkında düşüncelerimi paylaşacağım.

Tanıtım
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat, Şemsettin Sami tarafından yazılıp 1875 yılında yayımlanmış Türk edebiyatının ilk romanı niteliğini taşıyan bir aşk/dram romanı. Tanzimat döneminin yaşantısını anlatan roman batılı dilde yazılıp Osmanlıca harfleriyle basılmış. Roman ana hatlarıyla kadınların o zamanlarda gördüğü muameleyi, tanımadan evlendirilen çiftlerin yaşadıkları faciaları ve aile ilişkilerini konu edinir.

Özet
Roman adı üzerinde Talat adlı bir genç adam ile Fitnat adındaki bir genç kızın birbirlerine tutulmalarını anlatır. Talat genç bir devlet memurudur. Tesadüfen tütün satın aldığı bir dükkanda pencereden gördüğü bir kıza (Fitnat) karşı hoşlantı duyar. Fitnat ise tütün dükkanı sahibi olan Hacıbaba'nın evlatlık kızıdır. Evlendiği hanım ölmeden önce, bir önceki evliliğinden doğurduğu biricik kızı Fitnat'ı Hacıbaba'ya emanet eder ve ona gözü gibi bakmasını vasiyet olarak ister. Bu nedenle Hacıbaba kızı Fitnat'ı ne dışarıya salar ne de birileriyle konuşmasına izin verir. Fitnat'la konuşabilen yalnızca iki kişi vardır: Evin hizmetçisi Emine hanım ve Fitnat'ın nakış hocası Şerife Kadın.

Talat günden güne Fitnat'ın aşkından hastalanır, ne yapıp ne edip onunla tanışmanın yollarını arar ve bunu kadın kılığına girmekte bulur. Güzel bir hanım kılığına girip kendini Ragıbe hanım olarak gizleyen Talat, Şerife kadından nakış öğrenme bahanesiyle Fitnat'a ulaşmayı başarır fakat onu korkutmak istemediği için bir türlü gerçek kimliğini ortaya çıkaramaz. Onun yerine kendini Talat'ın kız kardeşi olarak lanse edip işleri daha da içinden çıkılamaz hale getirir.

Fitnat ise Ragıbe hanımla zaman geçirmekten pek bir memnundur. Edindiği bu arkadaş hem güzel, hem akıllı hem de pencereden görüp de aşık olduğu delikanlının kız kardeşidir. Zamanla Talat'a karşı beslediği aşkı kız kardeşine de beslemeye başlar, ondan ayrılamaz olur.

Gün gelir Hacıbaba kızını güvenebileceği biriyle evlendirme gerekliliğinin olduğunu düşünmeye başlar ve Şerife Kadın'ın bağlantılarıyla Ali Bey denen varlıklı bir beyle Fitnat'ı haberi olmadan nişanlar. Ali Bey, Üsküdar'daki köşkünde yaşayan yaşı Fitnat'ınkinden epey büyük, dul, mutsuz bir adamdır. Evlendiği karısını bir anlık sinirle boşamış, sonrasında pişman olmuş fakat iş işten geçmiştir çünkü karısı hastalıktan dolayı vefat etmiştir. Bunun acısıyla defalarca intihara kalkışmış olan Ali Bey, Şerife Kadın'ın ısrarlarıyla Fitnat'la nişanlanmayı kabul eder. Bunu kabul etmesinin tek sebebi Fitnat'ın eski karısına çok benziyor oluşudur. 

Fitnat, Ali Bey'le evlendirildiğini öğrenince hastalanıp günlerce ağlar. Talat ise hastalanıp yataklara düşer. Fitnat'ın bu zavallı halini görüp acıyan Ali Bey çok uzun süre Fitnat'ın gönlünü kazanmak için çabalar ancak başarısız olur. Bir gün Fitnat'ın boynunda asılı olan muska (annesinden Fitnat'a kalmış tek hediyedir ve ancak 18 yaşına gelindiğinde açılmasını istemiştir) Ali Bey'in eline geçer. Bu muska aslında annesi tarafından Fitnat'a yazılmış bir mektuptur. Mektupta Fitnat'ın gerçek babasının hala hayatta olduğu, Üsküdar'da bir köşkte yaşadığı ve isminin Ali olduğu yazılıdır. 

Fitnat'ın kendi kızı olduğunu öğrenen Ali Bey hem kızına bunca üzüntüyü yaşattığı için üzülür hem de kızına kavuştuğu için sevinir fakat ona gerçeği anlatmak için odasına gittiğinde Fitnat'ın aşkından intihar ettiğine şahit olur. Bu sırada mektuplar vesilesiyle Fitnat'ın zorla evlendirildiğini öğrenen Talat hastalığına aldırmadan Ragıbe kılığında köşke gider ve sevdiğinin öldüğünü görüp kendisi de oracıkta ölür. 

Tüm bunları yaşadıktan sonra Ali Bey akıl sağlığını yitirir ve kızının ölümünden kısa süre sonra vefat eder.

Kişisel Yorum
Bu romanı okurken hem çok eğlendim hem de finalinin verdiği şoktan dolayı zaten dağılmış olan ruh halimi toplamakta zorluk yaşadım. Epey eğlenceli bir roman olarak başlıyor ve bir takım erkek/kadın ilişkilerine değindiğinden okurken kendinizi yazara hak verirken buluyorsunuz. Talat'ın sevdiği kız için kadın kılığına girdiğinde sokakta hemcinslerinden gördüğü muameleyi okurken bunca zamandır kadınların gördüğü muamelenin nasıl da hiç değişmediğini fark edip içinizden küfrediyorsunuz. Sonra, Talat'ın annesinin sırf menfaat için birbirini tanımayan gençleri evlendirmenin ne kadar gaddarca oluşundan bahsetmesine hak verip hatuna sarılmak istiyorsunuz. Talat'ın sırf Fitnat için nakış öğrenmesini, kadın kılığına girdiğinde aynaya bakıp kendini beğenmesini okuyup gülüyorsunuz. Fitnat'ın hiçbir şeyden habersiz hem Talat'a hem de 'kız kardeşi' Ragıbe Hanım'a duyduğu saf aşkı okuyup duygulanıyorsunuz. İki karaktere de ayrı ayrı bağlanıyorsunuz.
Sonra bam. Yazar her şeyi birden tepetaklak ediveriyor. 
Haksızlık bu. Kırılan dökülen kalbimi geri verin Şemsettin Sami efendi.
Bu iki genç bunca zorluğun ardından bir mutlu sonu hak ediyordu. 

Yine de bu romana vereceğim puan 8/10'dur. Kalbimden çekip koparılan her karakter için bir puan.

Bitirmeden Önce
Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat'ı kendi isteğimle okuduğum için çok memnunum fakat okurken keşke bu ve bunun gibi eserler lisedeki Edebiyat derslerinde sadece isim ve özelliğiyle bahsedilip geçilmeseymiş diye pişmanlık duyduğum da oldu. Belki de bu yüzden kendi edebiyatımıza karşı bihaber yetişiyor ve hatta soğuk davranıyoruz. Belki de tamamen batı edebiyatına bağımlı bir gençlik yetişmesinin sebebi okullarda saçma sapan işlenen edebiyat dersleridir diye düşünüyorum. Elbette hakkını veren öğretmenlerimiz vardır fakat ben daima lise sıralarında bana bunları sırf sınavda sormak için not olarak yazdırıp geçen edebiyat hocama kin duyacağım.

Okuduysanız yahut bu yazı vesilesiyle okumaya karar verdiyseniz yorum kutusunda buluşalım.
Bir sonraki düzgün yazımda görüşmek üzere.

2021/01/31

sonoko suzuki detective conan'ın ana karakteri olmalıydı: bir eleştiri saçması

iyi akşamlar 
bu akşam da burayı anlamsız saçmalarımla dolduracağım çünkü zihnimi böyle şeylerle meşgul etmeye ihtiyacım var. arkadaşlarımı buna maruz bırakmak istemediğimden siz gölgeleri rahatsız edeceğim. katlanın artık.

edogawa ranpo bağımlılığımdan dolayı başlayıp bitiremediğim ve belki de asla bitiremeyeceğim bir seriden bahsedeceğim. en uzun anime serisi listesinde tam 995 bölümle 16. sıraya yerleşmiş olan dedective conan ömür törpüsü niteliğinde bir anime serisi. başlangıçta ranpo'nun eserlerine gönderme yaparak kaymağını sıyırmış olan seri sonradan özgün olay örgüsüyle hala yayında kalmayı başarmış durumda.

kısaca konusundan bahsedecek olursak, ünlü genç dedektif shinichi kudo'nun düşmanının tuzağına düşerek zehirlenip ölmek yerine bir çocuğa dönüşmesini konu alıyor. kendisinin aslında shinichi kudo olduğu konusunda kimseyi ikna edemeyeceğini bildiğinden shinichi, babasının kütüphanesinde gördüğü rastgele iki ismi bir araya getirerek kendini herkese Edogawa Conan (kulağım bir yerden 'ısırıyor' sanki bu iki ismi) olarak tanıtıyor ve kendisini bu hale getiren düşmanlarının izini sürmeye başlıyor.

bu yazımda conan'ın sevgilisinin en yakın arkadaşı olan sonoko suzuki'nin bir yan karakter olmasına rağmen animedeki diğer ana karakterlerden nasıl daha fazla dedektiflik vasfına sahip olduğu üzerine analiz yapacağım.

çünkü neden olmasın.
önce pozitif yönleriyle başlayalım.

1. bok gibi zengin
animenin içinde kendini dedektif olarak tanıtan kimsenin cebinde beş kuruş parası yok ve ün hiçbir şekilde bu karakterlere yeşil koklatmıyor. conan'ı ele alalım. eleman 995 bölümdür ciddiye alınmayan bir soğan cücüğü ve yaş bakımından kendi parasını kazanamayacak durumda. çözdüğü bütün davalar yanına kar kalıyor. hatta çözdüğü davaların kaymağını kız arkadaşının babası, özel dedektif mouri kogoro yiyor.

mouri kogoro ise dedektifliğin d'sinden bile anlamayan alkolik, terk edilmiş bir adam. özel dedektifliğe kazanç kapısı olarak baksa da conan davalara müdahale etmediği sürece sap gibi kalakalıyor.

ama sonoko doğuştan zengin bir genç kız olarak çözdüğü tek bir davadan sonra 'Dedektif Kraliçe' ünvanı yapıyor. arkasında para olan insanın hiçbir şeye erişim sorunu olmuyor. serideki karakterlerin 900 küsür bölümdür yapamadığı şeyi sonoko tek arcta yapmayı başarıyor.  ne yazık ki paranın gücü gerçek adaletin önüne geçiyor.

2. cesur yürek
seri boyunca defalarca öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına rağmen hiç korkmadan tırsmadan hatta arkadaşı ran'ı korumak adına kendini öne atan bir karakter. bir dedektifin sahip olması gereken en önemli karakteristik özelliğe sahip kişi. 

mouri kogoro gülüşüyle sonoko
3. deduction queen
mouri kogoro'nun kafayı çekip yerlere serildiği bölümlerde conan'la el ele verip onun verdiği küçük ipuçlarıyla da olsa olayları tek başına çözecek kadar zeka kırıntısına sahip olduğunu gösteriyor sonoko. bence yalnızca bu bile onu mouri'nin önüne geçirecek bir sebep. bir bölüm birden mouri'yi ortadan kaldırıp yerine sonoko'yu getirseler seri büyük ölçüde kalite kazanır. yani bence.

4. görgü görgü görgü
sonoko'nun hiçbir zaman yerine uygun olmayan şekilde konuştuğunu göremezsiniz. ne alkolik mouri gibi ortalığı dağıtıp saygısızlık ettiğini ne de conan gibi davayı çözmek uğruna ortalığı birbirine kattığını görürsünüz. zengin bir ailede büyümüş olduğundan görgü kurallarına aşırı önem veren bir kızçe sonoko. bu da onu davayı çözme uğruna yerine göre görgü kurallarına göre davranarak rol yapabilmesine olanak sağlıyor. 

5. 'aşk' mı? şimdi kelimeye bir kere daha bakınca 'geçici heyecan' gibi göründü
sonoko'nun ilerleyen bölümlerde makoto kyogoku'yla mesafeli bir ilişkiye başladıklarını görüyoruz. bu da dedektif kraliçenin yaşantısında aşkı öncelik sıralamasında çok da önlerde tutmadığını gösteriyor. hatta aşkı sadece anlık heyecanlar yaşamak istediği için gündeme getirdiğini görüyoruz. birçok seride aşkı işinden önde tuttuğu için kepaze olan ana karakterlere inat sonoko güçlü bir kadın dedektif profili çiziyor.

imaj değişikliğiyle sonoko

6. yani bilemiyorum bence sadece ilk madde de yeterli olabilirdi ama dediğim gibi 
sonoko serideki en avantajlı, en sağlam karakterlerden biri hiç kusura bakmayın. bunu conan'ın 900 bölümdür hala eski haline dönemeyip bir bahçe cücesi gibi kalmasından anlayabilirsiniz. 



şimdi gelelim eksilerine:

ne yalan söyleyeyim kaitou kid beni de kaçırabilir
1. şıpsevdi
sonoko'yu seri boyunca devamlı erkek karakterlere iş atarken görüyoruz. hatta bu saçmalık o kadar ileriye gidiyor ki kaitou kid'in onu kaçırıp kılığına girdiği bölümden sonra ağır bir kaitou kid hayranı olup onu yeniden görebilmek için aile mücevherlerini kaitou kid'e çaldırtmayı bile göze alıyor
not cool queen. not cool

2. agresif
sonoko'nun pek sabırlı bir tip olduğunu söyleyemeyiz. bu da ana karakter olma senaryosunda ona dezavantaj oluşturuyor.

3. çocukluk arkadaşı / yan karakter klişesi
illa her seride olduğu gibi bu seride de ne yazık ki sonoko en iyi arkadaş bariyerine çarpıp arka planda kalıyor. ne kadar parlarsa parlasın bu tür karakterler arka planda yitip gitmeye ve popülerlik sıralamasında bir grup ağır fan sayesinde 7. sıralarda bulunmaya mahkum oluyor 

sonoko kılığına giren kaito kid'i 
daha çok konuşmalıyız

sonuç olarak sonoko bir yan karakter olsa dahi sahip olduğu özellikler sayesinde serideki bir çok ana karakteri solda bırakıyor. kraliçe için adalet istiyoruz. bütün kurumları harekete geçirin ve sonoko için adalet arayışında #justicefordetectivequeen tagıyla ayaklanın. 

neyse daha fazla saçmalamayacağım.

işlerimin yoluna girmesi ve ruh halimin iyileşmesi için dua edin.
bir sonraki saçmalığımda görüşmek üzere

2021/01/30

duygu dolu bir itiraf: edogawa ranpo'nun hikayeleri tarafından kurtarıldım

 iyi akşamlar parialar, akechi goro'nun gölgesi, biricik prens phobos,

bu gece girdap gibi dönen zihnimi uyuşturmak ve intihar düşüncelerinden sıyrılmak için saçmalamaya geldim. birkaç haftadır yaşadıklarım ruhuma ağır geliyor ve sevdiğim şeyleri yapmaya ve sevdiğim şeylerden bahsetmeye muhtacım yoksa çıldırıp kendimi bu salak yaşantıdan zorla çekip alacağım. aslında bunu başarsam rahatlarım. ama içimden bir ses bunun şu ana kadar yaşadıklarımdan daha fazla acı vereceğini söylüyor. bu yüzden bir şeylerin gelip beni öldürmesini beklemek daha mantıklı geliyor.

sırf yeşillik olsun diye konmuş 
konuyla alakası olmayan görsel
bir şeylerin gelip beni öldürmesinden bahsetmişken... yaşadığım cehennemde beni hayata bağlayan birileri hakkında saçmalamak niyetindeyim bu yazıda. ölü yazarlara olan bağlılığımı bilirsiniz. özellikle cehennemi yaşayıp deliliğin dağlarına tırmanmış yazarlarla özel bir bağım vardır. yazdığı her hikayede ruhu beni ele geçirmiş gibi hissederim. onun kurduğu hayallerle beynimi uyuşturmak ve gerçeklikten kopmak bu dünyada tattığım en büyük hazlardan biridir.

ama bu yazıda bahsedeceğim kişi biricik poe değil ne yazık ki. ona olan aşkımdan kendimi öldürmeden önce yazacağım bir mektupta bahsetmeyi düşünüyorum. okuyabilirseniz şanslısınız!


bu yazıda bahsedeceğim kişi onu en az benim kadar sevmiş ve hikayelerinde daima onun ruhunu resmedip beni kendisine aşık etmiş bir yazar. 

edogawa ranpo tüm bu hikayeleri o efsunlu kalemini oynatarak yazarken seneler sonra  dilini bile bilmediği birini ihtiharın eşiğinden tutup çekebileceğini hiç düşünmemiştir eminim. yalnızca onu hastalıklı düşüncelerinden uzaklaştırmakla kalmadı, cinsiyet rollerini yıktığı karakterleriyle bu kişiye özgüven aşılamayı başardı aynı zamanda.

ranpo'yu okurken aklıma seneler önce gözyaşlarıyla bu dünyadan uğurladığım biricik söz yazarı ve müzisyen shinohara hitoshi (nam-ı diğer isshi) geliyor. o da tıpkı ranpo gibi bir şekilde kelimelerinin anlaşılması için elinden geleni yapmış, işine aşkla bağlanmış biriydi ve tıpkı ranpo gibi isshi de kelimelerini kilometrelerce ötede yaşayan dilini bilmediği birilerine aktarmayı başarmıştı. bu iki kişi yaptıkları işler bakımından birbirlerinden farklı olsalar da gözümde aynı saygıyı hak ediyorlar.

asıl konuya geri dönecek olursak, üniversiteye başladığım ilk sene kütüphaneye uğramadan önce araştırıp not aldığım yazarlardan biri olmasına rağmen eserlerine ulaşmanın imkansızlığından dolayı epey geç tanıştığım biri oldu edogawa ranpo. o zamanlar tüm hayallerim bir tuvalet kağıdı rulosu şeklinde sarılıp popoma montelenmişti ve şu anki halimden pek bir farkım yoktu. ailemin üzerine ölü toprağı serpilmiş gibiydi. uyku sorunlarım ve annemin hastalıkları kendimi üniversitenin çöp dökülen tepesinden atıp gebermemi söyleyen bir fısıltıya dönüşüyordu. sonra tuttuğum o yazar listesinden çağrıma cevap veren tek kişi edogawa ranpo değil akutagawa ryunosuke olmuştu. 

yani intihara meyilli birinin okuması gereken son yazar.

akutagawa ryunosuke'nin beynimde bıraktığı hasarı hala onarabilmiş değilim. ara ara kendimi o tepeden attığım rüyalar görüyorum. yine de bu ondan nefret ettiğim anlamına gelmiyor. birçok ortak noktamız var. yazdığı anıları okurken duygularıma ve yaşanmışlıklarıma ayna tutulmuş gibi hissettiğimden otobüsün ortasında hıçkırarak ağladığım günü hatırlıyorum. eminim hayatta olsaydı bana bakıp poposuyla gülerdi. hatta gülmezdi. kendisinden imza isteyen hayranına yaptığı gibi başını çevirip öylece uzaklaşırdı.

bu seriye katlanıyor olmamın 
tek sebebi olan görsel

bir kez daha edogawa ranpo'ya dönecek olursak... onunla nihai tanışmam o zamanlar hala nefes almakta olan weeaboo kişiliğimin edgar allan poe ile ilgili araştırma yaparken edebiyat ve bayat komediyi harmanlayan bungo stray dogs'a denk gelmesiyle olmuştu. poe'dan hareketle ranpo'yu keşfetmiş ve mahlasıyla yaptığı kelime oyunundan dolayı kendisinin zevk sahibi biri olduğunu düşünmüştüm.

daha sonra sanal ortamda e-booklarına yağdırdığım paracıklar sayesinde hikayelerinin bir çoğunu okuma fırsatı buldum(asla pişman değilim, yine olsa yine yağdırırım). o zamanlar düşüncesizce çektiğim öğrenme kredisi sayesinde böyle şeylere harcayacak param vardı. teşekkürler dandik öğrenim kredisi! beni devlete borçlandırmak dışında bir işe yaramışsın bak!


bahsetmeden geçemeyeceğim ilk aldığım kitap kısa hikayelerinin de yer aldığı The Edogawa Rampo Reader olmuştu. Mars Kanalları (Kasei no Unga), Doktor Mera'nın Gizemli Cinayetleri (Mera Hakase no Fushigi na Hanzai) ve meşhur Çatıdaki Avare (Yaneura no Sanposha)... o günden beri hikayelerinin tamamını okuyabilmek için morris bellamy'nin john rothstein'in gizli yazmalarını okumak için gösterdiği şeytani azmi gösteriyorum (detaylar için stephen king - kim bulduysa onundur'a göz atın), elimde bulunmayan her hikayesi için karanlık işlere bulaşabilirim ve her gün edogawa rampo'yu tanıdığım için evrendeki nihai buluşmaları gerçekleştiren yetkili güç her kimse ona şükrediyorum.

doğrusu şu noktada ranpo'yla aramda parlak pembe harflerle yazılmış bir dil bariyerinin uzanıyor oluşu feci şekilde canımı sıkıyor çünkü parasızlıktan kıçıma don alamayışım bir kenara, param olsa dahi eserlerinin hala önemli bir kısmı henüz ingilizceye çevrilmemiş olduğundan satın alamayacak olduğum gerçeği üniversite çağında depresyona girip japonca çalışmayı bırakan sümüklü benliğime küfretmeme sebep oluyor.

uzun lafın kısası, bu mükemmel kişinin yazdıklarına ne denli aşık olduğumu kelimelerle ifade edemem. hayatımı nasıl daha katlanılabilir hale getirdiğini, beni her gün intihar etme düşüncesinden nasıl alıkoyduğunu, geceleri karabasanlarımdan uyuyamadığım zamanlarda nasıl heyecanla hikayelerine sarıldığımı anlatamam. nasıl bu kadar kısa sürede hem yazar kimliğiyle hem de yaşantısıyla gözümde bir rol modele dönüştüğünü anlatamam. yukarıda anlattıklarım katiyen yeterli değil. edogawa ranpo'yu ne kadar sevdiğimle ilgili saatlerce hatta günlerce konuşabilirim. yine de yeterli olmaz.

ellerimin üzerine kırmızı çizgiler çekip yüzümü örtüyorum şu an 

buraya kadar okuduysanız gevezeliğimi çektiğiniz için sizi tebrik ediyorum
bu yaşta cringe seviyesi bu denli yüksek bir yazı yazdığım için kendimi de tebrik etmem lazım

kendinize iyi bakın

2021/01/15

yeni yıl sana ne getirdi

merhaba yankı yapan duvarlar, çürümüş toprak, uykumda alayla gülen kişi,

hala neden yaşadığımı sorgular halde hayatıma sürünerek devam ettiğimi buraya rapor etmeye geldim. her sene olduğu gibi bu sene de şaşırtmayıp iyi dileklerin içine sıçar nitelikte beni felaketlerin içine daldırıp çıkarmaya başladı. geçen senelerden tek farkı ise bu sefer nefes almama müsaade etmemesi. yaratıcı benim dünyaya geliş amacımı veri tabanında 'insan stres topu' olarak geçmiş olmalı diye sanıyorum ki ne zaman şımarık, hiçbir derdi olmayan kulları dünya simülasyonunda bir bokluk çıkaracak olsa hıncını benden çıkarıyor. al bakalım insan! al! bunu da sırtlan! yeter mi? asla! bunu da al! neden ağlıyorsun!? şükretsene! daha kötüleri var! şükret! neden isyan ediyorsun?! her şey yolunda! aç mısın? hayır! açıkta mısın? hayır! o zaman kes sesini! 

sabret zavallı kul. tanrı sabredenlerin yanındadır.
bir gün seni de sorgusuz sualsiz yanıma aldığımda yaşadığın o anlamsız hayatın hiçbir esamesi kalmayacak.
niye mi yaşadın o zaman? eh. dünya simülasyonunun senin gibi trajik tiplere ihtiyacı var ki şımarık kullarım senden feyzalabilsin.


şimdi gelelim günah çıkarma faslına.

2015 senesinden bu yana bakıp büyüttüğüm özürlü kedim artık benimle değil. çocuğumla ilgili blogumda şöyle kırık dökük bir yazı yazmışım zamanında, o yazıyı da tıpkı bunu yazarken olduğu gibi salya sümük yazmış, ölürse bununla nasıl başa çıkacağımı düşünüp ona hiç olmadığı kadar sıkı sarılmıştım. şimdi ne kadar istesem de ona sarılamıyorum ve onun yokluğunu yalnızca evin her köşesinde değil ruhumun her zerresinde hissediyorum. hayatımdaki en parlak, en özel renk söndü ve ben bunu asla atlatamayacağım. bu boktan hayatta beni mutlu eden sayılı şeylerden biriydi. ne zaman mutsuz olsam şapşallıklarıyla beni güldürür, yaramazlıklarıyla derdimi unutturur, o koca gözleriyle içimde sönmüş olan bazı sıcacık duyguları uyandırırdı. oğlumu özlüyorum. can dostumu özlüyorum.


her sene olduğu gibi bu sene de ailenin üzerinden hastalıklar eksik olmuyor. sanırım tanrı yakın zamanda dünyaya vereceği felaketlerin demosunu üzerimizde yapıyor. bundan bıktım. sürekli olarak tam bir tedavisi olmayan hastalıkları hafifletmeye çalışmaktan bıktım. annemi hastane kapılarından sinirli ve üzgün bir şekilde çıkarken görmekten bıktım. mutfak masasının üzerinde dağ gibi biriken ilaçları görmekten bıktım. tam birini düzeltmişken bir başka hastalığın baş göstermesinden bıktım. annemi mutsuz görmekten bıktım.

Yâ eyyuhe-lleżîne âmenû-ste’înû bi-ssabri ve-ssalât innallâhe me’a-ssâbirîn!

uykusuzum, keyifsizim, işe yaramazın tekiyim, hiçbir şey olması gerektiği gibi gitmiyor, en ufak, sadece en ufak bir şey bile olması gerekenin tersi yönünde gidiyor ve bunu düzeltmek için gücüm yok. etrafımdaki insanlar bana inat güzel hayatlarını tüm şaşasıyla sergilerken kendi bok kuyusu hayatıma bakıp ağlamaktan başka hiçbir şey yapamıyorum. daha ne kadar böyle gidecek bilmiyorum. aç gözlü biri değilim, evler, arabalar, yatlar, katlar, saraylar istemiyorum. annemin hastalıklarından kurtulmasını istiyorum, işlerin yoluna girmesini istiyorum, bir sabah tamamen uykumu almış halde, kötü düşüncelerden uzak, keyifle gerinerek uyanmak, neşe içinde kahvaltı etmek ve koyduğum hedefler üzerinde çalışmak istiyorum sadece. çözümü olmayan dertler, bitmek bilmeyen kabuslar istemiyorum. anlattığımda karşılık olarak 'elimden ne gelir ki' karşılığını aldığım dertler istemiyorum artık. sadece huzur istiyorum. sadece biraz huzur. sanırım çok şey istiyorum.

sabret zavallı kul
çok yakında düşünmene bile gerek kalmayacak bir yerde olacaksın
böcekler etlerini parçalarken soğuk toprağın altında kemiklerin sızlayacak
işlediğin günahlar için azap çekerken dünya üzerinde çektiklerin yanına kar kalacak
ama olsun 
dünyadakilerin bir örneğe ihtiyacı var
ve sen iyi bir örneksin, ah nasıl da iyi bir örneksin
sırf daha ne kadar delirebileceğini görmek için bir süre daha hayatta kalacaksın
bedenin el verdiği kadar hayatta kalacaksın
herkes hayatının bir noktasında senin ismini anacak
diyecekler ki
iyi ki onun gibi değiliz, şükredelim

No temptation has overtaken you that is not common to man. God is faithful, and he will not let you be tempted beyond your ability, but with the temptation he will also provide the way of escape, that you may be able to endure it!

ne diyordum

yeni yıl bana süslü paketli bir bok çuvalı getirdi! içinde bol bol pislik var. bol bol acı ve hastalık var! iğrenç şeyler var! 

hepsini sevgiyle kucaklıyor ve sabrediyorum.
Tasarım: Zuri