Odraz
Loş ışıkla belirli belirsiz aydınlanan odanın
köşesinde, içeriye açılan bir başka odaymış gibi görünen boy aynasının önünde,
iki kişi oturuyordu. Biri aynaya sırtını dönmüştü, karşısındakini endişeli
gözlerle süzüyordu. Beti benzi atmıştı diğerininse; saçları birbirine girmiş,
gözlerinin altları birer kara deliğe dönüşmüştü. Bir eli altında topladığı
bacaklarının üzerinde, bir diğeri de arkasındaydı. Sanki kendisine endişeyle
bakan arkadaşına bir sürpriz yapacak gibiydi lakin bunu bilerek beceremiyormuş
gibi davranıyordu.
"Neden öyle bakıyorsun?" dedi benzi soluk olan. "Yüzümde bir şey mi var?"
"Beni korkutuyorsun sadece." dedi diğeri. "Söyleyeceklerin beni korkutuyor."
"Öyleyse sürprizi çoktan öğrenmişsin." Kız iç geçirip güldü. "Tüh."
"Bak, bu hale gelmenin sebebi ben değilim. Bana inanmalısın."
"Odraz, ikimiz de biliyoruz ki işlerin bu hale gelmesinin tek suçlusu sensin."
Kız, 'Odraz' ismiyle seslendiği arkadaşına yüzünde en ufak bir ifade kırıntısı bulunmaksızın, uzun uzun baktı.
"Ben sadece gerçekleri söyledim! Gerçekleri gösterdim!"
Kız kafasını eğip sağa sola salladı, birbirine dolanmış saçları yüzünü örtüp aşağıya salındı. Arkadaşına karşılık verirken sesi bir bıçak kadar keskindi.
"İnsanlar bu hayatı doğruları görmek için yaşamıyor, Odraz. İnsanlar hayallerini yaşamak için hayatta kalıyor. Birçoğu bunu başaramıyor. Bir süre sonra bu hayaller gözlerini tamamen kör ediyor. Ve bir bok batağında yaşıyor olmalarına rağmen kendilerini hayallerindeki gibi bir hayatı yaşadıklarına inandırıp gülümsüyorlar. Gerçekler kimsenin umurunda değil."
"Ayda..." Odraz yaklaşıp arkadaşına dokunmaya çalıştı ancak kız kendini geri çekip yanağına uzanan eli kucağındaki eliyle tersledi. Kendini birçok defa provası yapılmış bir senaryoyu oynuyormuş gibi hissediyor ve daha çok, daha çok sinirleniyordu.
"Tanıştığımız güne lanet olsun. O günden beri hayatımı bir karabasana çevirdin. Ama bunu düzelteceğim. Hı hım. Seni hayatımdan çıkaracağım."
Odraz ellerini oturduğu zemine bastırıp bağırdı. Sesi eşyasız odanın içinde yankılandı.
"Bunu yapamazsın! Sana yardım etmek istiyorum!"
Odraz'ın söyledikleri Ayda'nın bir kulağından girdi, diğer kulağından çıktı. Gülümsüyordu sadece. Arkasında ayrılık hediyesi olarak sakladığı şeyi göstermeden önce son bir soru sordu.
"Tanıştığımız günü hatırlıyorsun, değil mi?"
"Neden öyle bakıyorsun?" dedi benzi soluk olan. "Yüzümde bir şey mi var?"
"Beni korkutuyorsun sadece." dedi diğeri. "Söyleyeceklerin beni korkutuyor."
"Öyleyse sürprizi çoktan öğrenmişsin." Kız iç geçirip güldü. "Tüh."
"Bak, bu hale gelmenin sebebi ben değilim. Bana inanmalısın."
"Odraz, ikimiz de biliyoruz ki işlerin bu hale gelmesinin tek suçlusu sensin."
Kız, 'Odraz' ismiyle seslendiği arkadaşına yüzünde en ufak bir ifade kırıntısı bulunmaksızın, uzun uzun baktı.
"Ben sadece gerçekleri söyledim! Gerçekleri gösterdim!"
Kız kafasını eğip sağa sola salladı, birbirine dolanmış saçları yüzünü örtüp aşağıya salındı. Arkadaşına karşılık verirken sesi bir bıçak kadar keskindi.
"İnsanlar bu hayatı doğruları görmek için yaşamıyor, Odraz. İnsanlar hayallerini yaşamak için hayatta kalıyor. Birçoğu bunu başaramıyor. Bir süre sonra bu hayaller gözlerini tamamen kör ediyor. Ve bir bok batağında yaşıyor olmalarına rağmen kendilerini hayallerindeki gibi bir hayatı yaşadıklarına inandırıp gülümsüyorlar. Gerçekler kimsenin umurunda değil."
"Ayda..." Odraz yaklaşıp arkadaşına dokunmaya çalıştı ancak kız kendini geri çekip yanağına uzanan eli kucağındaki eliyle tersledi. Kendini birçok defa provası yapılmış bir senaryoyu oynuyormuş gibi hissediyor ve daha çok, daha çok sinirleniyordu.
"Tanıştığımız güne lanet olsun. O günden beri hayatımı bir karabasana çevirdin. Ama bunu düzelteceğim. Hı hım. Seni hayatımdan çıkaracağım."
Odraz ellerini oturduğu zemine bastırıp bağırdı. Sesi eşyasız odanın içinde yankılandı.
"Bunu yapamazsın! Sana yardım etmek istiyorum!"
Odraz'ın söyledikleri Ayda'nın bir kulağından girdi, diğer kulağından çıktı. Gülümsüyordu sadece. Arkasında ayrılık hediyesi olarak sakladığı şeyi göstermeden önce son bir soru sordu.
"Tanıştığımız günü hatırlıyorsun, değil mi?"
İki arkadaşın tanıştığı gün Ayda için en önemli günlerden biriydi. Yeni bir şehre taşınalı aylar oluyordu. Annesi ve babası ani bir kararla yeniden bir araya gelmiş ve biricik kızlarının onlar yüzünden altüst olmuş günlerini unutup, ailesiyle birlikte güzel anılar boyamasını istemişlerdi. Ayda okulun ilk günü, okula giden yolda ilerlerken Odraz'la tanışmış ve kendisiyle birçok ortak yönü çıktığı için onu çok sevmişti. Umuyordu ki aynı sınıfta olurlardı!
Odraz yalnızca Ayda'yla değil, sınıfındaki diğer insanlarla da, öğretmenleriyle de, okuldan sonra getirip tanıştırdığı ailesiyle de çok iyi anlaşıyordu. Bir şekilde insanlarla ortak bağlar kurmayı kolaylıkla beceriyor ve bu yeteneğin herkeste olduğunu düşünüyordu.
"Sanırım insanlar kendilerini göstermekten korkuyor. Hâlbuki çok kolay." demişti Ayda'nın annesinin önüne koyduğu kekten koca bir ısırık alırken. "Tebebi kartısındakine gübenmemek." Yudumunu bitirip devam etti. "Ama bu güvensizliğin kendilerinden kaynaklandığını da anlayamıyorlar. Çünkü insan kendini nasıl görürse karşısındakini de öyle zanneder." Uzanıp meyve suyundan yudumlarken Ayda'nın annesi Odraz'ın yaşına göre ne kadar olgun laflar ettiğinin şokunu yaşıyordu. "Okulda hep bunu söyleyip duruyorlar. Karşınızdaki insanı anlamaya çalışın, onunla emtati-enpapi-" Küçük bir duraksama. Ardından ampul yandı. "Empati kurun. İnsanları olduğu gibi kabul etmeyi öğrenin. Ama kimse bunu öğretmiyor. Kimse de kendi başına öğrenemiyor. O acayip kelimeyi yapabilen çok az insan var. Ama ben bunu herkesin yapabilecek yeteneği olduğunu biliyorum." Odraz duraksayıp Ayda'nın annesine baktı.
"Peki, siz yapabiliyor musunuz?"
O günden sonra Ayda, hayatının dayanılmaz bir kâbusa dönüşmeye giden yolunda adım adım ilerlemeye başladı. Annesi ve babası sanki dün en iyisinin kızları için olmasını istediklerini söylememişler gibi birbirlerini yemeye başlamışlardı. Odraz’ın söyledikleri kadının kendisine söylediği yalanlardan sıyrılıp karşısındaki insanı olduğu gibi görmesine sebep olmuştu. Karşısında duran yeni biri değil, kendisini her daim aşağılık gören eski kocasıydı. Alttan almasına rağmen değişen hiçbir şey yoktu. Bu yüzden susmayacaktı. Kendini kandırıp yalanların arkasına saklanarak yaşayacağı bir hayat istemiyordu. Ayda odasına çekilmiş yastığını kucaklarken annesinin bağıran sesini dinliyor ve eğrilip bükülen midesini, deli gibi çarpan kalbini bastırmak için derin soluklar alıp veriyordu.
Evdeki bu olumsuz durum okuluna da yansımıştı. Hayatında olumsuzluktan başka bir şey yaşanmazken konuşup etrafındaki insanları meşgul etmeyi gereksiz buluyor, bir köşeye oturup arkadaşlarını görmezden geliyor, bu da arkadaşları tarafından yanlış anlaşılıyordu.
"Birkaç gün çok iyi davranıyordu. Ne oldu da birden tersini çevirdi? Hemen de satıldık!"
Arkadaşlarıyla en ufak problemlerden kavgaya tutuşuyor, yanında ona destek olacak kimsesi olmadığı için geri çekiliyor ve hatta karşı tarafın zorbalıklarına katlanmak durumunda kalıyordu. Onu anlayabilecek tek kişi vardı. O da yalnızca okul yolunda karşısına çıkıyordu.
Ayda okul yolunda günden güne yokuş aşağı yuvarlanan hayatını Odraz'a anlatırken gözyaşlarına boğuluyordu. Odraz ise ona okuduğu kitaplardan birinde sevdiği bir dizeyi söylüyordu.
"Zaman her şeyin ilacıdır, Ayda. Sabırlı ol. Yalnızca bekle. Bak nasıl da her şey yoluna girecek."
Ancak sabırlı olup beklemek Ayda'nın hayatının iyiye gitmesine pek de fayda sağlamamıştı. Zaten hangi hastalık yalnızca bekleyerek iyileşirdi ki? Bir şeyler yapmak istiyordu. Ama ne yapacağını bilmiyordu. Annesi ve babası yeniden ayrılmaya karar vermişlerdi. Tek bir arkadaşı kalmamıştı. Notları giderek düşüyordu. Üstüne üstlük olanlardan dolayı herkes Ayda'yı sorumlu tutuyordu.
"Senin için yeniden bir araya gelmiştik. Onunla yeniden bir araya gelmek aptallıktı. Beni anlayabildiğini sanmıştım. Ama ayrıldığımızdan beri değişen hiçbir şey olmamış."
"Arkadaş dediğin arkasını dönmez. Arkadaş dediğin yardımcı olur. Bencilsin ve soğuksun. Hata yapıyorsun ve hatalarını kabullenmek istemiyorsun."
"Yeterince çalışmıyorsun. Hayatının en önemli zamanlarından birinde bu kadar umursamaz olman sana faydadan çok zarar verecek küçük hanım. Daha küçücük bir çocuksun! Senin gibi bir ufaklığın derslerinden başka ne derdi olabilir ki?"
Ayda tüm bu olanların kendi suçu olduğuna inanmıştı. Bu yüzden tek yapabildiği onlara hak vermekti artık.
Ama Odraz farklı düşünüyordu. "Kendine gel!" diye bağırdı eve dönüş yolunda bir gün. Güneş batıyor, kızıllığını tüm gücüyle suratlarına vuruyordu. "Senin suçun değil. Onlar seni tanımadıkları için kendi içlerini sana yansıtıyorlar. Onlar sadece yanlı düşünceler. Kötü yanılsamalar. Aldırma. Güçlü ol ve beklemeye devam et. Zaman her şeyin ilacıdı-"
Ayda, Odraz'ı iki omzundan ittirip bağırdı.
"Zaman hiçbir şeyin ilacı falan değil! Beni kandırıyorsun!"
"İnan bana. Lütfen. Kötü yanılsamaların seni ele geçirmesine izin verme. Annen gibi olma."
Odraz o gün Ayda'ya bir sır gibi sakladığı hikâyesini anlattı. Kendisinin bir insan olarak dünyaya gelmediğini, kendini bildi bileli yalnızca ve yalnızca insanların içlerinde olanı yansıtan bir varlık olduğunu, bu yüzden insanlarla çok iyi anlaşabildiğini ve bugüne kadar yaşadığı türlü maceraları anlattı. İnsanlarla, insanların yanlı gerçekleriyle iletişim kurduğun sürece sevildiğini, ancak bunu yaparak hem kendini hem de karşındaki insanı kandırmaktan başka bir şey yapmadığını, gerçekleri yüzlerine vurduğunda utanç ve nefretten bir zırh örüp kendilerini nasıl ittiklerini anlattı. Bunları yaşadıktan sonra Odraz hayatta kendine tek bir amaç edinmişti. O da insanların yalansız, 'gerçekten gerçek' bir hayat yaşamalarına yardım etmekti.
O gün Ayda, Odraz'ın söylediklerinin tek bir kelimesine dahi inanmadı. Çünkü söylediklerinden çıkardığı yegâne anlam, yaşadığı hayatın baştan aşağıya yalandan ibaret olduğuydu.
Zamanla okula gitmeyi bıraktı, arkadaşlarının içinden onu tek bir arayan bile olmadı. Kimse Ayda'nın neden ortadan kaybolduğunu merak etmedi. Öğretmenleri bile. Baba evi terk etti ve Ayda, annesiyle birlikte boş duvarların arasında yaşamaya başladı. Ne güçlü olmak, ne de sabırla beklemek Ayda'yı çözüme götürmüştü. Hala bekliyordu. Ve çözülen hiçbir şey yoktu.
Sonra birden aklına geldi. Bu olanların başlangıç noktası Odraz'dı. Belki Odraz'ı hayatından çıkarırsa, onun söylediği gibi kötü yanılsamalardan oluşan hayatına geri dönebilirse her şey düzelebilirdi. Belki de kötü yanılsamalar söylediği gibi kötü değildi. Belki de Odraz kötü yanılsamanın ta kendisiydi.
Vedalaşmak için onu son kez odasına çağırdığında, karşısında kendisinden başka kimseyi görememişti. Odraz yapmaması için onu ikna etmeye çalışıyordu fakat onun tek gördüğü yansımasının ne kadar yorgun ve çirkin göründüğüydü. Demek başkasının gözünden böyle görünüyordu. İnsanların neden kendisinden uzaklaştığına şaşmamalıydı. Kendisi de olsa gördüğü bu manzaradan uzak durmayı tercih ederdi.
Enpapi kuruyordu! Ya da adı her neydiyse.
"Demek sen de kötü yanılsamalara karşı pes ettin." dedi Odraz kollarını bezginlikle iki yana bırakırken. Kurumuş dudaklarını ıslatıp karşısındaki yansımaya baktı. "Lütfen... Beni terk etme... Gidersen yalnız kalacağım. Sen de yalnız kalacaksın. Herkes çok üzülecek. Neler olacağını düşünemiyor musun?"
Ayda gülümsemekten başka verecek cevap bulamıyordu. Odraz'a baktığında onun da bir an gülümsediğini gördü. Ardından yüzü değişti, daha da çirkinleşti. Gözlerindeki halkalar giderek genişledi, dudaklarındaki çatlaklar derinleşti, budanmamış çalı gibi iki yana düşen saçları daha da büyüdü. Artık karşısındaki korkunç yaratığın kendi yansıması olduğuna inanmakta güçlük çekiyordu.
Odraz dudaklarını iyice gererek büktü. Dudaklarındaki çatlaklar yırtılıp içleri kanla ıslandı.
"Gitme..." dedi. "Beni yalnız bırakma."
"Üzgünüm." Ayda gülüyordu. Ayağa kalktı. Odraz da onunla aynı anda ayaklanmıştı. Ayda sonunda arkasında tuttuğu ayrılık hediyesini, mutfaktan gizlice kaçırdığı büyük bıçağı gösterdi. Odraz'ın gözleri kocaman açıldı ve bir adım geriye gitti. Sırtı boy aynasına çarptı.
"Hayır. Hayır, yapma."
"Hoşça kal, Odraz." Ayda elindeki bıçağı havaya kaldırdı. Bıçağın yüzü, karşısında duran boy aynasındaki yansımayı gösterdi. Bıçak havada salınıp Odraz'ın boğazını kesti ve hemen sonrasında güçsüz düşen sıska bir beden yere düştü.
Ayda boy aynasında, giderek beyazlaşan yüzünü izliyordu şimdi. İki eli de boğazını tutuyordu. Etrafını çevrelemiş kırmızı renkli gölün kaynağını durdurmaya çalışıyordu. Çünkü durdurmazsa annesi ona çok kızardı. Yaptığı bu hata için yine onu suçlardı. Hemen bu dağınıklığı toplasa iyi olurdu. Ama ayağa kalkacak hali yoktu. Yorgundu.
Tamamen uykuya dalmadan önce Odraz’ın sesini
işitti.
“Tüh.” diyordu. “Yine başarısız oldum.”
Çamur gibi kahveme tat katan bir hikaye olmuş thanks! Dövüş kulübünü anımsatmadı değil c:
YanıtlaSil