Osamu şahit olduğu şeyden sonra gerçekten
hayatta olup olmadığından şüphe etmeye başlamıştı. Belki de bugün hiç
yatağından kalkmamıştı. Çırağıyla telefonda görüşmemiş ve dükkâna da gelmemişti.
Çoktan öbür dünyayı boylamış, anılarından birinde bozuk bir plak gibi takılı
kalmıştı belki de. Fırfırlı elbisesiyle dükkânın içinde bir kelebek gibi dönen
bu genç kadın da Tsukiko’nun geçmişteki yansımalarından biri olmalıydı.
Birazdan dönüp adamdan acele edip hazırlanmasını isteyecekti. Yoksa dans
akşamına geç kalacaklardı!
Kafasını sağa sola sallayıp gözlerini
kırpıştırdı. Böyle bir şey olmasının imkânı yoktu.
“Bay Osamu. Sizi bulduğuma öyle sevindim ki.
Size anlatacak çok şeyim var.” Genç kadın dönüp dükkânın içindeki alçak
taburelerden birine çökmüş olan ihtiyara bakışlarında hüznün tınılarıyla
gülümsedi.
“Annemin vefatını öğrenmiş olmalısınız, değil
mi?”
Osamu başını onaylarca salladı. Tsukiko’nun
kızının kendisini ziyarete gelmiş olmasına sevinmediğini söyleyemezdi ancak
sevdiği kadının kendisi yerine tercih ettiği adamdan bir çocuk dünyaya getirmiş
olduğu gerçeği yüreğine büyük bir ağırlığın çökmesine sebep olmuştu.
“Bazı sebeplerden dolayı sizi cenazeye davet
edemedik. Lütfen bağışlayın.”
“Önemli değil.”
Osamu oturduğu yerden kalktı. Üstündeki rengi
solmuş önlüğü düzeltip atölyesine doğru yürürken ekledi: “Zaten annenle fazla
yakın değildik.”
Topuklu ayakkabı seslerinin kendisini takip
ettiğini işitti.
“Tıpkı annemin günlüğünde anlattığı gibisiniz.
Karizmatik, çekingen… Biraz da yalancı.”
Osamu kaşlarını çatıp gülümsedi.
“Sen de tıpkı annene benziyorsun küçük hanım.
Oldukça açık sözlüsün.”
İhtiyar dönüp baktığında genç kızın kollarını
birbirine bağlamış tatlı tatlı gülümsemekte olduğunu gördü. Üzerindeki kırmızı
elbise ve saçlarındaki çiçekli tokalarla nefes kesici görünüyordu. Tıpkı
annesininkileri andıran çiğ damlası misali kıpraşan uzun kirpikleri,
elbisesiyle aynı renk minik dudakları ve cam bilyeleri andıran gözleri
Osamu’nun kalbinin sıkışmasına sebep oluyordu. Destek aldığı çalışma masasının
arkasına geçti ve alnında biriken terleri elinin tersiyle sildi.
“Ziyaretime gelmene sevindim. Adım ne
demiştin?”
“Ah, kusura bakmayın. Adım Hina. Hina Crane.”
“Memnun oldum, Crane hanım.”
“Hina deyin, lütfen.”
“Pekala, Hina-chan.” Osamu dizinin dibindeki
tabureye oturup yanındakini de kıza uzattı. Hina tabureye yerleşip çantasından
kırmızı kaplı, küçük bir defter çıkardı ve çalışma masasının üzerine bıraktı.
Osamu bu defteri çok iyi biliyordu. Genç kadının doğum günü için buluştukları o
güneşli Mayıs günü, limonata eşliğinde karaladıkları defterin en son sayfası
zihninde tüm canlılığıyla duruyordu hala. Tanışmış olmalarının üzerinden iki
sene geçmişti. Çıkmaya başlamalarının üzerinden ise sekiz ay, dört gün…
“Buraya annemin vefat ettiğini söylemek için
gelmedim aslında.” Hina kirpiklerinin ardından çekingen bir tavırla Osamu’ya
bakıyordu. “Annemin vefatından sonra geride bıraktığı her şeyi inceledim.
Mektuplaşmalarınızı okudum, günlüğünü inceledim. Görünüşe göre birbirinizi epey
seviyormuşsunuz.”
İhtiyar sessiz kalmayı seçti. Bugün konuşmak
istediği son konuydu bu belki de.
“Ve ikiniz de o kadar inatçıymışsınız ki bir
şakayı hayat boyu sürdürebilmişsiniz.”
Osamu elini ağzına götürüp homurdandı.
“Ne demek istiyorsun? Kusura bakma ama gördüğün
gibi yapacak işlerim var. Belki sonra gelmelisin.”
“Fazla zamanınızı almayacağım. Yalnızca dinleyin.
Annemin günlük yazılarında sürekli olarak sizi hayalinizdeki mesleği yapmaya
ikna etmek için çabaladığı yazıyor.”
“Bu konuda çok ısrarcıydı, evet.”
“Siz de en az onun kadar inatçıymışsınız. Bir
türlü şu anda da yapmakta olduğunuz mesleği bırakmak istememişsiniz.”
Osamu ensesini kaşıyıp iç geçirdi. Bir sigara
tüttürmek için nelerini vermezdi şimdi.
“Yapmak istediğimden değildi. Yalnızca babamı
tek başına bırakmak istemiyordum. Babam da o zamanlar beni bu mesleği yapmam
için zorlamıyordu. Tamamen kendi seçimimdi.”
“Ama annem böyle düşünmüyordu.” dedi Hina,
defterin üzerinde duran elini sıkarak. “Bu şekilde hareket ederek kendinizi
kısıtladığınızı düşünüyordu. Bu yüzden de size bir şaka yapmaya karar
vermişti.”
“Bir şaka mı?”
“Verdiğiniz karara karşılık kendisini bir
başkasıyla evleniyormuş gibi gösterirse cayabileceğinizi düşünmüş. Sizi bir
nevi ikilemde bırakmak istemiş.”
Osamu genç kızın söylediklerinin üzerinden
defalarca geçerek anlam yüklemeye çalışıyor fakat ne kadar denerse denesin
başaramıyordu. Duyduklarının gerçekten de bir şaka olduğunu düşünüyordu. Hina
konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
“Siz vazgeçmeyince de rakibinizle evlenmiş
sanırım. Yani babamla. Annemin ailesi bu duruma çok sevinmiş çünkü o zamanlar
ailesinin epey zengin olduğunu yazmış. Ama annem... bundan hiç memnun değilmiş.
Aylarca babamın anneme yaptığı eziyetleri yazmış. Onu nasıl defalarca
aldattığını… Sizi hep beklemiş. Ve en sonunda da intihar etmiş.”
Osamu nefesinin daralmaya başladığını
hissediyordu. Duyduklarını kabullenmek istemediğinden sanki onlarca el boğazına
sarılıyor ve onu suçluluk duygusunun en dipsiz noktasına çekmeye çalışıyordu.
Tsukiko’nun inatçılığının hafife alınmayacak bir şey olduğunu adı gibi
biliyordu lakin bu kadar ileriye gitmiş olabileceğini kendisi bile
düşünememişti. Yine de bunları şimdi öğrenmiş olmanın ne kendisine ne de bu
dünyada olmayan sevgilisi için bir faydası vardı. Ayaklandı ve önlüğünü çıkarıp
bir kenara fırlattı.
“Bunları şimdi konuşmanın hiçbir yararı yok
Hina-chan. Şimdi izninle, yapmam gereken işler var.”
Dükkânı kapatıp uzaklaşmak ve duyduklarını
unutmak için bünyesine alabileceği her türlü uyuşturucuyu almak istiyordu. Belki
de arka arkaya uyku ilacı atar ve kendini zorla bayıltırdı. Daha önce yapmadığı
şey değildi. Acaba eskiyen bünyesi bunu kaldırabilir miydi? Seçeneklerini
değerlendirirken atölyeden çıkmak üzereydi. Hina adamın koluna yapıştı ve
haykırdı.
“Lütfen! Söyleyeceklerim daha bitmedi!”
“Tsukiko’dan ayrılmak benim için yeterince
acıydı. Unutulmaya yüz tutmuş acılarımı daha fazla deşmene izin veremem, Hina.”
“Size bunları hatırlatmak ve sizi üzmek gibi
bir amacım yoktu. Özür dilerim. Lütfen dinleyin.”
Osamu genç kızın uzanıp elini tuttuğunu fark
etti. Hina kenarları yaşlarla bezenmiş gözlerini adamınkilere dikti.
“Annem gittikten sonra bir başıma kaldım. Anneme
yaşattıklarından sonra o adama baba demeye bile dilim varmıyor zaten.”
Osamu kaşlarını çatıp iç geçirdi.
“Bu yaştan sonra kimseye babalık yapamam küçük
hanım. Eğer istediğin buysa-”
“Sizden böyle bir şeyi nasıl isteyebilirim!
Okuduklarımdan sonra kalbimde yalnızca siz varken…”
Hina ihtiyarın elini iyice sıktı ve başını
eğip sessizce bir cevap bekledi. Bir kucaklama, kendini çekme yahut bir kelime.
Ancak ihtiyardan hiçbir tepki gelmemişti. Sanki kendisine yapılan bu inanılmaz
tekliften sonra ruhu bedenini terk etmiş ve taştan bir heykele dönüşmüştü. Genç kızın söylediklerini doğru anlayıp
anlamadığından emin değildi. Bu yüzden ne diyeceğini bilemiyordu. Sonunda bir
soruyla sessizliği bozdu.
“Ne demek bu?”
“Cevabınızı bekliyor olacağım.” Hina adamın
elini bırakıp geri çekildi. “Bunu size itiraf etmek için çok ama çok düşündüm.
Hatta kendimi vazgeçirmek için çok çaba sarf ettim. Ancak kalbime bir türlü söz
geçiremedim. Kaç yaşında olduğunuzun benim için hiçbir önemi yok.” Titrek
bakışlarını adama çevirip gülümsedi. “Tek istediğim bunca zamandır yüreğinizde
bastırdığınız duygulara ulaşmak ve hayatımın geri kalanını sizinle birlikte
geçirmek. Bunu lütfen düşünün. Bir hafta sonra yeniden ziyaretinize geleceğim.”
Genç kız, adamın cevap vermesine fırsat bırakmadan
aceleci tıkırtılarla dükkândan çıkıp gitti ve Osamu’yu kocaman bir bilmecenin
tam ortasında bıraktı.