Ekranı kaplayan ince ve kemikli eller. Ardından o tanıdık yüz. Gözlerinin altı çökmüş ve alt dudağı kıvrılıp üst dudağını tamamen kapatmış. Yoshida-san tam da Niou'nun oturduğu yerde oturuyordu. Televizyonun üzerine astığı minik kameraya ifadesizce bakıyor ve iki yana açtığı bacaklarını hafifçe sağa sola sallıyordu. Derin bir soluk aldı sanki anlatacaklarını tek bir solukta anlatmak istiyormuşçasına. Dudakları kırılıp belli belirsiz bir gülümsemeye dönüştü. Ardından her gülümseme gibi o da korkup gölgelerin ardına saklandı.
"Merhaba Niou-kun. Beni aramaya geleceğini adım gibi biliyordum. Bu yüzden bunu senin için hazırladım. Beni dikkatle dinle. Ve her kelimemi hafızana kazı. Çünkü benim kelimelerimi senden başka kimsenin hatırlayacağını sanmıyorum." Sağ elini kaldırıp alnını örten perçemleri ittirdi. Daima anormal derecede uzun kirpiklerine dolandıkları için şikayet ederdi ama o perçemleri hiç daha kısa kestirmezdi.
"Öncelikle ne kadar iyi bir asistan olduğunu itiraf etmek istiyorum. Yalnızca çalışkan bir asistan değil, sadık bir dostsun. Kendimi açıkça ifade edebildiğim yalnızca sen varsın. Bu yüzden hayatımda büyük bir yer kaplıyorsun. Bunca zaman kaprislerimi çekip yanımda olduğun için teşekkürler." Uzanıp kahvesinden bir yudum aldı. Niou'nun gözleri istemsizce sehpanın üzerinde soğumaya yüz tutmuş kahve fincanına kaymıştı. Yoshida konuşmaya devam etti.
"Ve asıl konuya gelecek olursak...ben yalancının tekiyim. Az önce söylediklerimin yalnızca seninle ilgili olan kısmı doğru. Yeteneklisin, sadıksın, çalışkansın. Bense ne istediğini, nasıl davranması gerektiğini bilmeyen, kendi görünmez duvarlarının arasında sıkışıp kalmış, depresif serseri herifin tekiyim. Benim dünyamda hiçbir zaman güneş açmıyor. Bundan sonra da açmayacak. Sana gerçeği anlatacağım. Muhtemelen mutfakta hala sıcak su vardır. Anlatacaklarım uzun olduğundan gidip kendine kahve koyabilirsin." Duraksadı ve sanki onunla şu an konuşuyormuş gibi gözlerinin tam içine baktı. "Haydi git! Git ve kendine içecek bir şey al."
Niou irkilip ayağa kalktı ve mutfağa gitti. İçinde bulunduğu durum tüylerini diken diken ediyordu. Nedenini bilmediği bir huzursuzluk havada dolaşıyor, dans ederek ciğerlerine dalıp içini sıkıştırıyordu. Siyah beyaz karolu yer döşemeleri ve metalik kırmızı buz dolabı dışında her şeyin soluk renkte olduğu mutfağın tezgahına yaklaştı. Metalik gri su ısıtıcısında hala su kaynamaktaydı. Dolapları karıştırdı ve kendine bir fincan çıkarıp plastik kutunun içine sıralanmış hazır kahve poşetlerinden birini hazırladı. Kahveden yayılan fındık kokusu bütün mutfağı sarmıştı. İçeriye döndü. Görüntüyü dondurmamıştı ve Yoshida hala bekliyordu. Kahvesinden içip önündeki kağıda Niou'ya yol gösterecek olan kıvrımlı oku çizmekteydi. Niou kanepeye geri otururken kafasını kaldırdı ve gülümsedi. Evet, gülümsedi!
"Geldin mi? Geldiğini farz ediyorum. Tahmin edeyim; fındıklı kahve ve turuncu kahve bardağı."
Genç adam şaşkınlıkla elinde tuttuğu turuncu fincana baktı. Bu bir çeşit şaka olabilir miydi yoksa kendini geri dönüşü olmayan paranormal bir olayın içine mi hapsetmişti? Yoshida güldü.
"O kahve bardağını çok seviyorsun. Gözümden hiçbir şey kaçmaz! Seni senden daha iyi tanıyorum Niou-kun. Seni bir kitap gibi açıp okumak öyle hoşuma gidiyor ki." İç geçirip kafasını çevirdi. "Her neyse. Şimdi sana doğru bildiğin tüm yanlışları anlatacağım."
Niou karşısında her daim kararlılıkla duran, diğerlerinin ne söylediğine aldırmayan o serseri adamı görmüyordu artık, onun yerine karşısında korkudan tir tir titreyen zavallı biri vardı. Elleriyle dizlerini kavrıyor, etrafını durmadan kontrol ediyor ve konuşurken istemsizce sesi titriyordu.
"Hatırlayacağından pek emin değilim. Birkaç ay önce son yazdığım kısa hikaye üzerinde çalışıyordum. Hani şu karısını öldürmesini söyleyen garip sesleri duyan adam hakkında olan. Hiçbir şey umurumda değildi; ne patronum, ne sen, ne de odama defalarca girip çıkan, ismini bile hatırlamadığım insanlar. Hiçbiriyle tanışmamıştım aslında. Onlar tanıştıklarını zannediyorlardı bense onları çoktan unutmuştum. Bu insanlardan biri bana kendini hatırlatmayı başarmıştı. Ama ben onu kimsenin hatırlamayacağı bir hatıraya dönüştürdüm." Duraksadı ve elleriyle gözlerini ovuşturdu. Titreyen sesi şimdi gözyaşlarının arasında boğulup gitmişti.
"Ben...ben bir katilim Niou-kun..."
"Kız çekik gözlerine ve küçük dudaklarına rağmen bizden biri değildi. Çat pat Japoncasıyla geldiğini söylüyor, içeceğimi odama bırakıyor ve gidiyordu. Ben binadan ayrılırken yine o kırık dökük aksanı duyuyordum: 'İyi akşamlar Yoshida-san!' ya da 'Yarın görüşürüz Yoshida-san!' diyordu. Ve ben aldırmıyordum. Diğerleri gibi sıradan bir çalışandı işte. Daha sonra anlattıklarına göre ailesi sonradan fakirleşmişti ve onları ayakta tutabilmek için en adi işte bile çalışmaya razıydı. Yırtık pırtık hırkalarla gezip duruyordu. Bu yüzden hep alay konusuydu. Ame-chan şöyle, Ame-chan böyle. Seni zavallı yaratık! Halbuki bunları söyleyenler hayata pençelerini geçirip her şeye rağmen yaşamaya devam eden Ame-chan'dan daha zavallıydılar. Onlar asla gerçeği göremeyeceklerdi. Her neyse." Yoshida defalarca gözlerini silip burnunu çekti. Küçük gözlerinin etrafı ve nokta burnu kıpkırmızı olmuştu. Niou onca halini görmüştü fakat bu manzarayı ilk defa görüyordu.
"Bu kız bir gün tamamen ilgimi çekmeyi başardı. Meğerse ne zamandır içecek servisi için geldiğinde bir şeylerden bahsediyormuş da dinlemiyormuşum. Kafamı kaldırdım ve göz göze geldik. O kadar sevimli o kadar güzel bir yüzü vardı ki... İnsanlar neden kıyafetlerine bakıyordu diye düşünmeden edememiştim. Tabloya çizilmiş gibi pürüzsüz ve güzel bir yüzü varken neden kıyafetleri? O gün onunla saatlerce konuştum. Benimle konuşabildiği için mutlu görünüyordu. Ben de konuşacak birilerini bulduğum için mutluydum. Uzun zamandır bir kadınla bu kadar yakınlaşabildiğim için mutluydum. Yüreğimin derinliklerinde küçük bir kıvılcım parladığı için, yaşadığımı hissettiğim için mutluydum. Fakat eve döndüğümde her şey değişti. Sanki saatlerce onunla konuşmamışım gibi aptal beynim ona güvenmemem gerektiğini söyledi durdu. Ona güvenmemeliydim o da diğerleri gibiydi. Beni aldatacaktı, gün gelecek kıçıma tekmeyi basacak ve arkasına bile bakmadan kaçacaktı. Hayır, ona güvenmemeliydim. Böyle söyleyip durdum kendime. Lanet olası adi herif neden böyle düşündüm ki!?"
Yoshida içinde kaynayan nefrete engel olamayıp elinin tersiyle bardağa vurdu. Aynı anda Niou'nun önündeki soğumuş bardak da savrulup duvara çarpmış, içindeki soğuk kahve duvarın üzerine yayılmıştı. Bin bir parçaya ayrılmış bardak Niou'nun korkudan büyümüş göz bebeklerinde parlıyordu. Ellerini kanepenin yastıklarına kenetlemiş titremesine engel olmaya çalışıyordu. Televizyondaki üzgün adam bardaktan dolayı kesilen eline bakmaktaydı. Elinden düşen kan damlaları Niou'nun önündeki kağıtta küçük izler bıraktı.
"Üzgünüm." dedi Yoshida. "Devam ediyorum."
"Ertesi gün yine konuştuk. Dün geceki düşüncelerimi bir kenara atmış gibiydim. Onu daha çok tanımak istiyordum, beni bırakıp gitmesini istemiyordum. Yalnız kalmak istemiyordum. Görünmez duvarlarımın arasında sıkışıp kalmak istemiyordum. Hayatım boyunca ilk defa bana benzer birini bulmuştum. Ama diğer yandan her ne kadar bana benzerse benzesin bana ihanet edeceği, beni kullanacağı ihtimali içimi kemirip duruyordu, beni delirtiyordu! Fazla paranoyaklaşmıştım. İçimden bir ses onu can çekiştiği hayatından kurtarmamı söylüyordu, diğer bir ses ise kendi haline bırakmasını. Onu kendi haline bırakmamı söyleyen aptal sese aldırmayıp ona yaklaştım ve onu ne kadar istediğimi gösterdim." Yoshida kafasını çevirip eliyle ağzını kapattı. Ama hala konuşmaya devam ediyordu.
"Biliyorsun ben sözcükleri ancak kağıtta canlandırabilen maymunun tekiydim. Konuşamadığım zaman yazardım. Ama böyle bir şeyi yazabilmemin imkanı yoktu." Elini çekip dudaklarını yaladı ve çekingen bir şekilde gülümsedi. Diğer eli hala kanamaktaydı ama buna aldırmıyordu. Niou'nun önündeki kağıt kıpkırmızı olmuştu.
"Onu öptüm. O an neler hissettiğimi anlatabileceğimi sanmıyorum. Sanki o ana kadar yaşadığım her saniye birer rüyadan ibaretmiş gibi." Güldü. "Sanırım kıskandığın için daha fazla duymak istemeyeceksin."
Niou'nun da ister istemez yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Yoshida kaldığı yerden devam etti.
"Nasılsa o da doğru düzgün konuşmayı beceremiyordu. Anlaşabilmemizin en doğru yolu bu olmuştu. Fakat o an içimde dinlemediğim o ses yeniden harekete geçti. Beni etkisi altına aldığını ve kandırdığını söylemişti. Ona engel olamıyordum. Konuşuyordu, konuşuyordu, bir türlü susmuyordu. O konuştukça soğukkanlılığımı kaybediyordum. Hiç susmayacakmış gibiydi. Deliriyor muydum? Neler oluyordu tanrı aşkına!? Sanırım başından beri bu yolda yalnız yürüdüğümden dolayı algılarım körelmişti. Kimseye güvenemiyordum ben Niou-kun. Sana bile güvenemediğim zamanlar olmuştu. Sana dairemin anahtarlarını verdiğimde bile haftalarca kabus görmüştüm. Kocaman bir aptalım ben."
Etraf sessizliğe gömüldü. Yoshida gözlerini masanın üzerinde belirli bir noktaya dikmişti. Kendi kendine sayıklarcasına konuşmasına devam etti. Gözleri buğulanmıştı.
"İşte o an yapmamam gereken bir şey yaptım Niou-kun. Onu ittim. Aklına bile gelmeyecek şeyler söyledim. Halbuki o hiçbir şey yapmamıştı. Ben yapmıştım. Ona diğerleri gibi davranmıştım."
"Odamdan çıkıp gidişinin ardından iki hafta geçmişti. İki hafta boyunca ne odama geldiğini görmüştüm, ne de şirketin herhangi bir yerinde varlığına rastlamıştım. İki hafta sonra yağmurlu bir günde ölüm haberi gelmişti. Bir taksinin önüne atlamış ve vücudu paramparça olmuştu. Babasıyla tanıştım. Beni tanıyordu. Yaşlı gözlerle yaklaşıp elime camdan bir bileklik tutuşturdu. Ama ben istemedim. Ondan geriye kalan tek eşyaydı. Benim gibi adi bir herifin böyle değerli bir anıyı saklamaya hakkı yoktu. Onu unuttum. Tıpkı diğer insanlar gibi."
Niou'nun gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bir an şıkırdayan cam boncukların sesi kulaklarında yankılanmıştı.
"Fakat sonra... sonra delirmeye başladığımı düşündüm. Eve geldiğimde adamın elime tutuşturduğu o bileklik sehpamın üzerinde duruyordu. Bana inanmayacaksın biliyorum. Ama bunlar hayal gücümün ürünü değildi. Bilekliğe dokundum. Gerçekti! Soğuk boncukları parmaklarımın arasında hissedebiliyordum. Cansız bir cisim nasıl olmuştu da o yaşlı ihtiyarın parmaklarından kurtulup beni eve kadar takip etmişti? Onu pencereden fırlattım. Ama ertesi gün yine aynı yerdeydi. Sehpanın üzerinde."
Niou artık gördüklerine şaşırmıyordu fakat titreyen ellerine de engel olamıyordu. Bileklik tam Yoshida'nın söylediği yerdeydi. Sehpanın üzerinde. Önceden burada olmadığına emindi. Olsaydı ilk fark edeceği şey o olurdu.
"Sonra sesler duymaya başladım. Korna sesleri. Fren yapan lastik sesleri. Dışarıda hiçbir araç yokken hem de. Kendimi içkiye vermek istedim. Bayılana kadar içki içersem belki geçer diye düşündüm. Ama yapamadım. İçki içmeyi bilmezdim ki ben!" Duraksadı ve etrafına bakındı yine. "Sonra onu gördüm. Ame-chan'ı. Yırtık pırtık kanlı kıyafetlerini, titrek ellerini, etrafı kızarmış gözlerini, küçük dudaklarını. Korkup kaçtım. Ama geri döndüğümde onun hayalini görmeye devam ettim. Gerçekten hayal miydi, yoksa gerçek miydi? Bana yaklaşıp vücuduma dokunana kadar bunu anlayamamıştım. Hayır, delirmiyordum. Beni istiyordu. Beni almaya gelmişti." Yoshida gözlerini yumdu ve derin bir soluk aldı. Niou etrafına bakmış fakat kimseyi görememişti.
"Ve şimdi, ona gidiyorum. Beni almasına izin vereceğim. Belki o zaman gerçeği ona da söyleyebilirim."
Genç adam kafasını sağa sola salladı. Yoshida gözlerini karşıda bir noktaya dikmiş ve uzun uzun bakmıştı. Sanki orada, tam da Niou'nun oturduğu yerin arkasında onu izleyen birileri vardı. Ayağa kalktı ve televizyon siyah beyaz binlerce küçük çizgiyle doldu. Aynı anda Niou da fırlamış ve arkasına bakmıştı.
Hiçbir şey yoktu. Asılı bir aynadan başka.
Yaklaştı ve aynanın karşısında dikildi. Onu göreceğini ummuştu. Ame-chan'ı. Tıpkı Yoshida'nın söylediği gibi yüzünü dahi hatırlayamadığı kızı.
Fakat aynada kendi yansımasından başka bir şey yoktu. Korkuyla bakan gözlerini ve yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarını inceledi. Ancak aniden arkada bir şeyin hareket ettiğini gördü. Bir çift koyu renk ayakkabı, tanıdık, kemikli eller, kısa saçlar...
"Yoshida-san!"
Kafasını çevirip arkasına baktı.Kimse yoktu. Yeniden aynaya döndü. Yoshida yavaş adımlarla banyoya girdi. Kan damlaları da arkasından onu ele verircesine iz bırakmışlardı. Ve hemen sonrasında ortalığı inleten tiz bir çığlık. Ağlamaklı bir bayanın umutsuzluk dolu çığlığı.
Arkasını döndü ve koşarak banyoya girdi. Kan damlalarının izlediği rota kırmızıya bürünmüş bir küvette son buluyordu. Küvetin içinde Yoshida, kolları paramparça halde yatıyordu.
Beyninden vurulmuşa dönmüştü Niou. Bacakları kendiliğinden hareket ederken bunca zamandır aptalca bir görüntü kaydıyla nasıl da vaktini harcadığını düşünüp kendine küfretmişti. Başı omzunun üzerine düşmüş adamın küçük bedenini küvetin içinden çıkarırken kulaklarında yine aynı sesi duydu. Acı içinde ağlıyor ve onu kurtarması için yalvarıyordu garip bir aksanla.
Belki de geç değildi. Belki de başarabilirdi.
Bir erkeğin bedenini kucağına alıp nasıl taşıdığını, nasıl sokağa çıkıp yardım istediğini ve hastahaneye nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Takım elbisesi kurumuş kan lekeleriyle doluydu fakat umurunda değildi. Ellerini birbirine kavuşturmuş hayat ışığının yeniden parlamasını beklerken ondan ve evde yaşadıklarından başka hiçbir şey düşünemiyordu. Yoshida'nın gerçekten ne kadar büyük bir aptal olduğunu düşünüyordu. Ame-chan'ın acı dolu çığlıklarını, ona yalvaran sesini düşünüyordu. En başında ikisi de birbirine zarar vermek istememişti. İkisinin de tek isteği birlikte olmaktı. Ama yanlış anlayan taraf hep Yoshida-san olmuştu.
Yoshida-san gerçekten kocaman bir aptaldı.
"Ben... kocaman bir aptalım." dedi kendi kendine Yoshida yazdığı hikayenin son cümlesine bakarken. Her zamanki gibi kanepesine kurulmuştu, kahve kokusu etrafında dans ediyordu.
"Niou-kun beni böyle bulmuş olsaydı onun için gerçekten kötü hissederdim." Kanepede doğruldu ve dağınık el yazısıyla dolu sayfaya baştan aşağıya göz gezdirdi.
"Ame-chan için de tabii. Her neyse."
Kağıtları parçaladı ve sehpanın üzerine bıraktı. Ardından kahvesini yudumlamaya devam etti. Odanın derinliklerinde bir yerde hala Satie'nin imgeleri dolaşıyordu.
(Son)
"Merhaba Niou-kun. Beni aramaya geleceğini adım gibi biliyordum. Bu yüzden bunu senin için hazırladım. Beni dikkatle dinle. Ve her kelimemi hafızana kazı. Çünkü benim kelimelerimi senden başka kimsenin hatırlayacağını sanmıyorum." Sağ elini kaldırıp alnını örten perçemleri ittirdi. Daima anormal derecede uzun kirpiklerine dolandıkları için şikayet ederdi ama o perçemleri hiç daha kısa kestirmezdi.
"Öncelikle ne kadar iyi bir asistan olduğunu itiraf etmek istiyorum. Yalnızca çalışkan bir asistan değil, sadık bir dostsun. Kendimi açıkça ifade edebildiğim yalnızca sen varsın. Bu yüzden hayatımda büyük bir yer kaplıyorsun. Bunca zaman kaprislerimi çekip yanımda olduğun için teşekkürler." Uzanıp kahvesinden bir yudum aldı. Niou'nun gözleri istemsizce sehpanın üzerinde soğumaya yüz tutmuş kahve fincanına kaymıştı. Yoshida konuşmaya devam etti.
"Ve asıl konuya gelecek olursak...ben yalancının tekiyim. Az önce söylediklerimin yalnızca seninle ilgili olan kısmı doğru. Yeteneklisin, sadıksın, çalışkansın. Bense ne istediğini, nasıl davranması gerektiğini bilmeyen, kendi görünmez duvarlarının arasında sıkışıp kalmış, depresif serseri herifin tekiyim. Benim dünyamda hiçbir zaman güneş açmıyor. Bundan sonra da açmayacak. Sana gerçeği anlatacağım. Muhtemelen mutfakta hala sıcak su vardır. Anlatacaklarım uzun olduğundan gidip kendine kahve koyabilirsin." Duraksadı ve sanki onunla şu an konuşuyormuş gibi gözlerinin tam içine baktı. "Haydi git! Git ve kendine içecek bir şey al."
Niou irkilip ayağa kalktı ve mutfağa gitti. İçinde bulunduğu durum tüylerini diken diken ediyordu. Nedenini bilmediği bir huzursuzluk havada dolaşıyor, dans ederek ciğerlerine dalıp içini sıkıştırıyordu. Siyah beyaz karolu yer döşemeleri ve metalik kırmızı buz dolabı dışında her şeyin soluk renkte olduğu mutfağın tezgahına yaklaştı. Metalik gri su ısıtıcısında hala su kaynamaktaydı. Dolapları karıştırdı ve kendine bir fincan çıkarıp plastik kutunun içine sıralanmış hazır kahve poşetlerinden birini hazırladı. Kahveden yayılan fındık kokusu bütün mutfağı sarmıştı. İçeriye döndü. Görüntüyü dondurmamıştı ve Yoshida hala bekliyordu. Kahvesinden içip önündeki kağıda Niou'ya yol gösterecek olan kıvrımlı oku çizmekteydi. Niou kanepeye geri otururken kafasını kaldırdı ve gülümsedi. Evet, gülümsedi!
"Geldin mi? Geldiğini farz ediyorum. Tahmin edeyim; fındıklı kahve ve turuncu kahve bardağı."
Genç adam şaşkınlıkla elinde tuttuğu turuncu fincana baktı. Bu bir çeşit şaka olabilir miydi yoksa kendini geri dönüşü olmayan paranormal bir olayın içine mi hapsetmişti? Yoshida güldü.
"O kahve bardağını çok seviyorsun. Gözümden hiçbir şey kaçmaz! Seni senden daha iyi tanıyorum Niou-kun. Seni bir kitap gibi açıp okumak öyle hoşuma gidiyor ki." İç geçirip kafasını çevirdi. "Her neyse. Şimdi sana doğru bildiğin tüm yanlışları anlatacağım."
Niou karşısında her daim kararlılıkla duran, diğerlerinin ne söylediğine aldırmayan o serseri adamı görmüyordu artık, onun yerine karşısında korkudan tir tir titreyen zavallı biri vardı. Elleriyle dizlerini kavrıyor, etrafını durmadan kontrol ediyor ve konuşurken istemsizce sesi titriyordu.
"Hatırlayacağından pek emin değilim. Birkaç ay önce son yazdığım kısa hikaye üzerinde çalışıyordum. Hani şu karısını öldürmesini söyleyen garip sesleri duyan adam hakkında olan. Hiçbir şey umurumda değildi; ne patronum, ne sen, ne de odama defalarca girip çıkan, ismini bile hatırlamadığım insanlar. Hiçbiriyle tanışmamıştım aslında. Onlar tanıştıklarını zannediyorlardı bense onları çoktan unutmuştum. Bu insanlardan biri bana kendini hatırlatmayı başarmıştı. Ama ben onu kimsenin hatırlamayacağı bir hatıraya dönüştürdüm." Duraksadı ve elleriyle gözlerini ovuşturdu. Titreyen sesi şimdi gözyaşlarının arasında boğulup gitmişti.
"Ben...ben bir katilim Niou-kun..."
"Kız çekik gözlerine ve küçük dudaklarına rağmen bizden biri değildi. Çat pat Japoncasıyla geldiğini söylüyor, içeceğimi odama bırakıyor ve gidiyordu. Ben binadan ayrılırken yine o kırık dökük aksanı duyuyordum: 'İyi akşamlar Yoshida-san!' ya da 'Yarın görüşürüz Yoshida-san!' diyordu. Ve ben aldırmıyordum. Diğerleri gibi sıradan bir çalışandı işte. Daha sonra anlattıklarına göre ailesi sonradan fakirleşmişti ve onları ayakta tutabilmek için en adi işte bile çalışmaya razıydı. Yırtık pırtık hırkalarla gezip duruyordu. Bu yüzden hep alay konusuydu. Ame-chan şöyle, Ame-chan böyle. Seni zavallı yaratık! Halbuki bunları söyleyenler hayata pençelerini geçirip her şeye rağmen yaşamaya devam eden Ame-chan'dan daha zavallıydılar. Onlar asla gerçeği göremeyeceklerdi. Her neyse." Yoshida defalarca gözlerini silip burnunu çekti. Küçük gözlerinin etrafı ve nokta burnu kıpkırmızı olmuştu. Niou onca halini görmüştü fakat bu manzarayı ilk defa görüyordu.
"Bu kız bir gün tamamen ilgimi çekmeyi başardı. Meğerse ne zamandır içecek servisi için geldiğinde bir şeylerden bahsediyormuş da dinlemiyormuşum. Kafamı kaldırdım ve göz göze geldik. O kadar sevimli o kadar güzel bir yüzü vardı ki... İnsanlar neden kıyafetlerine bakıyordu diye düşünmeden edememiştim. Tabloya çizilmiş gibi pürüzsüz ve güzel bir yüzü varken neden kıyafetleri? O gün onunla saatlerce konuştum. Benimle konuşabildiği için mutlu görünüyordu. Ben de konuşacak birilerini bulduğum için mutluydum. Uzun zamandır bir kadınla bu kadar yakınlaşabildiğim için mutluydum. Yüreğimin derinliklerinde küçük bir kıvılcım parladığı için, yaşadığımı hissettiğim için mutluydum. Fakat eve döndüğümde her şey değişti. Sanki saatlerce onunla konuşmamışım gibi aptal beynim ona güvenmemem gerektiğini söyledi durdu. Ona güvenmemeliydim o da diğerleri gibiydi. Beni aldatacaktı, gün gelecek kıçıma tekmeyi basacak ve arkasına bile bakmadan kaçacaktı. Hayır, ona güvenmemeliydim. Böyle söyleyip durdum kendime. Lanet olası adi herif neden böyle düşündüm ki!?"
Yoshida içinde kaynayan nefrete engel olamayıp elinin tersiyle bardağa vurdu. Aynı anda Niou'nun önündeki soğumuş bardak da savrulup duvara çarpmış, içindeki soğuk kahve duvarın üzerine yayılmıştı. Bin bir parçaya ayrılmış bardak Niou'nun korkudan büyümüş göz bebeklerinde parlıyordu. Ellerini kanepenin yastıklarına kenetlemiş titremesine engel olmaya çalışıyordu. Televizyondaki üzgün adam bardaktan dolayı kesilen eline bakmaktaydı. Elinden düşen kan damlaları Niou'nun önündeki kağıtta küçük izler bıraktı.
"Üzgünüm." dedi Yoshida. "Devam ediyorum."
"Ertesi gün yine konuştuk. Dün geceki düşüncelerimi bir kenara atmış gibiydim. Onu daha çok tanımak istiyordum, beni bırakıp gitmesini istemiyordum. Yalnız kalmak istemiyordum. Görünmez duvarlarımın arasında sıkışıp kalmak istemiyordum. Hayatım boyunca ilk defa bana benzer birini bulmuştum. Ama diğer yandan her ne kadar bana benzerse benzesin bana ihanet edeceği, beni kullanacağı ihtimali içimi kemirip duruyordu, beni delirtiyordu! Fazla paranoyaklaşmıştım. İçimden bir ses onu can çekiştiği hayatından kurtarmamı söylüyordu, diğer bir ses ise kendi haline bırakmasını. Onu kendi haline bırakmamı söyleyen aptal sese aldırmayıp ona yaklaştım ve onu ne kadar istediğimi gösterdim." Yoshida kafasını çevirip eliyle ağzını kapattı. Ama hala konuşmaya devam ediyordu.
"Biliyorsun ben sözcükleri ancak kağıtta canlandırabilen maymunun tekiydim. Konuşamadığım zaman yazardım. Ama böyle bir şeyi yazabilmemin imkanı yoktu." Elini çekip dudaklarını yaladı ve çekingen bir şekilde gülümsedi. Diğer eli hala kanamaktaydı ama buna aldırmıyordu. Niou'nun önündeki kağıt kıpkırmızı olmuştu.
"Onu öptüm. O an neler hissettiğimi anlatabileceğimi sanmıyorum. Sanki o ana kadar yaşadığım her saniye birer rüyadan ibaretmiş gibi." Güldü. "Sanırım kıskandığın için daha fazla duymak istemeyeceksin."
Niou'nun da ister istemez yüzünde bir gülümseme oluşmuştu. Yoshida kaldığı yerden devam etti.
"Nasılsa o da doğru düzgün konuşmayı beceremiyordu. Anlaşabilmemizin en doğru yolu bu olmuştu. Fakat o an içimde dinlemediğim o ses yeniden harekete geçti. Beni etkisi altına aldığını ve kandırdığını söylemişti. Ona engel olamıyordum. Konuşuyordu, konuşuyordu, bir türlü susmuyordu. O konuştukça soğukkanlılığımı kaybediyordum. Hiç susmayacakmış gibiydi. Deliriyor muydum? Neler oluyordu tanrı aşkına!? Sanırım başından beri bu yolda yalnız yürüdüğümden dolayı algılarım körelmişti. Kimseye güvenemiyordum ben Niou-kun. Sana bile güvenemediğim zamanlar olmuştu. Sana dairemin anahtarlarını verdiğimde bile haftalarca kabus görmüştüm. Kocaman bir aptalım ben."
Etraf sessizliğe gömüldü. Yoshida gözlerini masanın üzerinde belirli bir noktaya dikmişti. Kendi kendine sayıklarcasına konuşmasına devam etti. Gözleri buğulanmıştı.
"İşte o an yapmamam gereken bir şey yaptım Niou-kun. Onu ittim. Aklına bile gelmeyecek şeyler söyledim. Halbuki o hiçbir şey yapmamıştı. Ben yapmıştım. Ona diğerleri gibi davranmıştım."
"Odamdan çıkıp gidişinin ardından iki hafta geçmişti. İki hafta boyunca ne odama geldiğini görmüştüm, ne de şirketin herhangi bir yerinde varlığına rastlamıştım. İki hafta sonra yağmurlu bir günde ölüm haberi gelmişti. Bir taksinin önüne atlamış ve vücudu paramparça olmuştu. Babasıyla tanıştım. Beni tanıyordu. Yaşlı gözlerle yaklaşıp elime camdan bir bileklik tutuşturdu. Ama ben istemedim. Ondan geriye kalan tek eşyaydı. Benim gibi adi bir herifin böyle değerli bir anıyı saklamaya hakkı yoktu. Onu unuttum. Tıpkı diğer insanlar gibi."
Niou'nun gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Bir an şıkırdayan cam boncukların sesi kulaklarında yankılanmıştı.
"Fakat sonra... sonra delirmeye başladığımı düşündüm. Eve geldiğimde adamın elime tutuşturduğu o bileklik sehpamın üzerinde duruyordu. Bana inanmayacaksın biliyorum. Ama bunlar hayal gücümün ürünü değildi. Bilekliğe dokundum. Gerçekti! Soğuk boncukları parmaklarımın arasında hissedebiliyordum. Cansız bir cisim nasıl olmuştu da o yaşlı ihtiyarın parmaklarından kurtulup beni eve kadar takip etmişti? Onu pencereden fırlattım. Ama ertesi gün yine aynı yerdeydi. Sehpanın üzerinde."
Niou artık gördüklerine şaşırmıyordu fakat titreyen ellerine de engel olamıyordu. Bileklik tam Yoshida'nın söylediği yerdeydi. Sehpanın üzerinde. Önceden burada olmadığına emindi. Olsaydı ilk fark edeceği şey o olurdu.
"Sonra sesler duymaya başladım. Korna sesleri. Fren yapan lastik sesleri. Dışarıda hiçbir araç yokken hem de. Kendimi içkiye vermek istedim. Bayılana kadar içki içersem belki geçer diye düşündüm. Ama yapamadım. İçki içmeyi bilmezdim ki ben!" Duraksadı ve etrafına bakındı yine. "Sonra onu gördüm. Ame-chan'ı. Yırtık pırtık kanlı kıyafetlerini, titrek ellerini, etrafı kızarmış gözlerini, küçük dudaklarını. Korkup kaçtım. Ama geri döndüğümde onun hayalini görmeye devam ettim. Gerçekten hayal miydi, yoksa gerçek miydi? Bana yaklaşıp vücuduma dokunana kadar bunu anlayamamıştım. Hayır, delirmiyordum. Beni istiyordu. Beni almaya gelmişti." Yoshida gözlerini yumdu ve derin bir soluk aldı. Niou etrafına bakmış fakat kimseyi görememişti.
"Ve şimdi, ona gidiyorum. Beni almasına izin vereceğim. Belki o zaman gerçeği ona da söyleyebilirim."
Genç adam kafasını sağa sola salladı. Yoshida gözlerini karşıda bir noktaya dikmiş ve uzun uzun bakmıştı. Sanki orada, tam da Niou'nun oturduğu yerin arkasında onu izleyen birileri vardı. Ayağa kalktı ve televizyon siyah beyaz binlerce küçük çizgiyle doldu. Aynı anda Niou da fırlamış ve arkasına bakmıştı.
Hiçbir şey yoktu. Asılı bir aynadan başka.
Yaklaştı ve aynanın karşısında dikildi. Onu göreceğini ummuştu. Ame-chan'ı. Tıpkı Yoshida'nın söylediği gibi yüzünü dahi hatırlayamadığı kızı.
Fakat aynada kendi yansımasından başka bir şey yoktu. Korkuyla bakan gözlerini ve yeni yeni çıkmaya başlayan sakallarını inceledi. Ancak aniden arkada bir şeyin hareket ettiğini gördü. Bir çift koyu renk ayakkabı, tanıdık, kemikli eller, kısa saçlar...
"Yoshida-san!"
Kafasını çevirip arkasına baktı.Kimse yoktu. Yeniden aynaya döndü. Yoshida yavaş adımlarla banyoya girdi. Kan damlaları da arkasından onu ele verircesine iz bırakmışlardı. Ve hemen sonrasında ortalığı inleten tiz bir çığlık. Ağlamaklı bir bayanın umutsuzluk dolu çığlığı.
Arkasını döndü ve koşarak banyoya girdi. Kan damlalarının izlediği rota kırmızıya bürünmüş bir küvette son buluyordu. Küvetin içinde Yoshida, kolları paramparça halde yatıyordu.
Beyninden vurulmuşa dönmüştü Niou. Bacakları kendiliğinden hareket ederken bunca zamandır aptalca bir görüntü kaydıyla nasıl da vaktini harcadığını düşünüp kendine küfretmişti. Başı omzunun üzerine düşmüş adamın küçük bedenini küvetin içinden çıkarırken kulaklarında yine aynı sesi duydu. Acı içinde ağlıyor ve onu kurtarması için yalvarıyordu garip bir aksanla.
Belki de geç değildi. Belki de başarabilirdi.
Bir erkeğin bedenini kucağına alıp nasıl taşıdığını, nasıl sokağa çıkıp yardım istediğini ve hastahaneye nasıl geldiğini hatırlamıyordu. Takım elbisesi kurumuş kan lekeleriyle doluydu fakat umurunda değildi. Ellerini birbirine kavuşturmuş hayat ışığının yeniden parlamasını beklerken ondan ve evde yaşadıklarından başka hiçbir şey düşünemiyordu. Yoshida'nın gerçekten ne kadar büyük bir aptal olduğunu düşünüyordu. Ame-chan'ın acı dolu çığlıklarını, ona yalvaran sesini düşünüyordu. En başında ikisi de birbirine zarar vermek istememişti. İkisinin de tek isteği birlikte olmaktı. Ama yanlış anlayan taraf hep Yoshida-san olmuştu.
Yoshida-san gerçekten kocaman bir aptaldı.
"Ben... kocaman bir aptalım." dedi kendi kendine Yoshida yazdığı hikayenin son cümlesine bakarken. Her zamanki gibi kanepesine kurulmuştu, kahve kokusu etrafında dans ediyordu.
"Niou-kun beni böyle bulmuş olsaydı onun için gerçekten kötü hissederdim." Kanepede doğruldu ve dağınık el yazısıyla dolu sayfaya baştan aşağıya göz gezdirdi.
"Ame-chan için de tabii. Her neyse."
Kağıtları parçaladı ve sehpanın üzerine bıraktı. Ardından kahvesini yudumlamaya devam etti. Odanın derinliklerinde bir yerde hala Satie'nin imgeleri dolaşıyordu.
(Son)
SHUUUUUU BENI OLDURCEN MI SABA SABAH SJSJDKFFL Abi...hepsi hikaye miymis...kafamda deli sorular...yoshida bbm niye boyle yapiyon :( Anlatimini cok seviyorum baska hikayeler de bekliyoruz x.x
YanıtlaSilYoshida-san'ı çok sevdim *-* O iyi biri aslında ne kadar aptal olduğunu düşünse de.
SilBenim merak ettiğim Ame-chan'ın gerçekten var olup olmadığı. Acaba cidden öyle biri var mıydı yoksa hikayesinde aşık olduğu hayali biri miydi?
Plot twist!
YanıtlaSilTa ta tann~
SilWattpad'de uzuuunca hikaye yazsana harcanma buralarda :D
YanıtlaSilWattpad'de tanıdığım kimsecikler yok o yüzden üye olmaya cesaret edemiyorum ;^; Ayrıca nasıl bir site olduğu hakkında da pek bir fikrim yok ><
SilShuu-san yazdıklarını okurken o kadar harikaydı ki içinde kayboldum. Ben mi fazla duygusalım bilmiyorum ama gözlerim doldu ;-;
YanıtlaSilYazdıklarımın çok etkileyici olduğunu düşünmüyorum ama yine de okuyanların düşünceleri benim düşüncelerimden daha önemli. Beğendiğine sevindim *-*
SilTanrım ya... Sondaki hareket tam senin yapacağın tarzda bir şey. Onca güzel hikayeyi yazıp sonra bir anda silivermek. Mmh...
YanıtlaSilAme-chan gerçekten gerçek miydi acaba...?
Bari sonunu yazsaydı değil mi? Niou-kun ışığını kurtarabildi mi acaba?
SilYoshida-san bunların cevabını vermeyi reddediyor *-*
Shuu!!! Bu nasıl bir sondur öyle hayran kaldım ve dahası abartmıyorum bölümü okurken kanım durdu, tüylerim diken diken oldu. Gerilimi, olayları çok iyi yansıtıp yazıyorsun Zuri’ye katılıyorum wattpad’de uzun uzunduya hikâyeler yazsana? Yazmalısın? Yazsan ne güzel olurdu? Tamam, uzatmayacağım, fakat ciddiyim. Bence yaz derim. Tek hikâyelerini okumak için kayıt olurdum. Şu an bile acaba başka bir hikayen daha var mı diye aklımda deli sorular dönüp duruyor . Ame-chan gerçek miydi? Olabilir mi? Bu soru aklımda tur atıyor desem yeridir, özellikle kaset kısmında; Niou-kun’un kalkıp kahve yapması, Yoshida-san’ın onun hakkında ki düşüncelerinden sonra –kahve bardağı meselesi- olayı tüm ciddiyetiyle anlatmasının ardından cd’nin bitimin sonrası etrafı sarmalayan sessizliğin hakimiyetiyle Niou-san’ın aynaya bakıp gördükleriyle tırstım. Şu an bile yazarken acaba okumayan arkadaşlara spoiler mı veriyorum öykü hakkında diye mümkün olduğunca konuya girmeyerek yorumlamaya çalışsam da elimde olamadı sanırım, yazmak istediğim o kadar çok şey olsa dahi, tek kelime ile özetlemem gerekirse ‘müthiş’ olmuş. Uzun zaman sonra bu denli soluksuz bir hikaye okuduğumu hatırlamam. Oyununu da merakla bekliyor olacağım. Ellerine, emeğine ve yüreğine sağlık. Wattpad konusunda ciddiyim, gönülden katılıyorum Zuri’ye. Şayet açacak olursan bir ses edersen memnun olurum. Hayal gücünden kalemine düşen yazgıları okumak beni sevindirir. Geceme satırların ve hayallerinle renk kattığın için teşekkürler.
YanıtlaSilŞey, aslında hiçbir zaman yeteri kadar iyi yazdığımı düşünmedim hatta yorumlarını okuduktan sonra senin yazdıklarının bile benimkilerden iyi olduğunu düşünüp bir süreliğine cevap yazıp yazmamak arasında kalıp kendi içimde savaş verdim. Çünkü ne yazarsam yazayım senin anlam dolu cümlelerine karşılık veremeyecektim. Yine de okuduğun ve beğendiğin için çok mutlu olduğumu bilmeni isterim. Uzun zamandır dolusuyla kısa hikaye yazdım ama hiçbirinde okunmaya değer bir şeyler bulamadım. Ve zamanla yazma yeteneğim körelmeye yüz tuttu. Bu ayın sonunda sonuçlanacak olan bir yarışma için bir şeyler karalıyorum. Eğer sonuçsuz kalırsa oradan artan çöpü wattpad'e gömebilirim belki :')
SilBeğenmene gerçekten ama gerçekten çok sevindim. Bu tür hikayelerle ilgilendiğine göre kesinlikle bir şeyler yazıyor olmalısın. Okumayı çok isterim.
umarım sonuç yüzünü güldürür Shuu. samimiyim severek okudum, ve daha yazdığın olursa da okumakta isterim. bence oldukça akıcı bir kalemin var. öte yandan çöp demezdim. cidden karakterlerin kişiliğinden tut, olayın akışına kadar o denli konuyu koparmadan bütün ele alıp harmanlayarak sunmuşsun ki, insanın gözünde resmetmemesinin mümkünatı yok. hem; öte yandan bir emek sarf etmişsin. şahsen ben bir emeğin sunulduğu bir işe çöp olarak değerlendirmezdim. (ha; kendi yaptığım mı? evet. biraz hilaf gelebilir belki, ne hikmetse kendi yaptığımda bir kusur daima bulurum da konu sapıp uzamasın.) vede senin kadar olmasa dahi aklıma geldikçe ben de yazmaya çalışırım ama oluşturduğum karakterlerin kurgularını rpg'ye döktüğümden, hiçbir an senin kaleminden çıkanlar gibi bir bütünlük olmaz. genelde parça, parça, yapboz misali gelir yazdıklarım.
Silshuu o yazıyı nooolur sonra bizimle de paylaş!! wattpad açarsan ben de haber bekliyorum.
SilOMG OMG OMG
YanıtlaSilshuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu
shuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu
shuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuu
bu nasıl bişi yaaa çok heyecanlandım!!!
nerden başlıcam bilmiyorumm
daha dün gece geyik muhabbeti yaptığım üni öğrencisi bi kızın elinden değil de, sanki sıra sıra kitapları basmış yılların yazarının elinden okudum bu hikayeyi. koltuğun hardal renginden tut kahvesini aromasına kadar tüm duyularıma hitap etti ve nasıl kendimi kaptırdım anlayamadım!! sen kesinlikle daha çok yazmalısın!!! çoookkk!! omg çok kötü ters köşeydi yaa!! çooook gurur duydum seninle yaaa çok mutluyum şu an!! manyaklık olacağını bilmesem şimdi gidip facede sarcam sana ama yok, böyle sakinken oku daha iyi :D sende korkunç bir potansiyel var, sakın sakın sakın kendini frenleme. aklına ne geliyosa yaz. wattpad demişler, çok iyi fikir. kesinlikle daha çok yazmalısın!!
her hikayen tabii ki bu olgunlukta olcak diye bir şey yok. ama olsun, bu potansiyeli taşıyan her cümle çoook değerli! öpüyorum!! çılgın yorumum için kusura bakma :D
Cumlelerin bir cift el olup omuzlarimdan kavrayip beni sarsaladi adeta :D Bu kadar begenilecegini hic dusunmemistim hikayemin...ama yorumlarini gormek beni gercekten cok mutlu etti Young-chan ♡ Yarisma icin basladigim hikayeye sinavlarimdan dolayi devam edemedigim icin ay sonuna yetistiremeyecegimi dusundum. Bu yuzden yarismaya gondermek yerine wattpad hesabi acip orada yazmayi dusunuyorum. Yarismaya da seneye katilirim artik x.x
SilYeniden bu guzel yorumlarin icin tesekkurler :3