Yazar Notu: Yine kendimi DRRR!! fırtınasına kaptırdım sanırım... En sevdiğim karakterle ilgili bir şeyler yazmazsam içimde ukte kalırdı herhalde. Heiwajima Shizuo, izleyenler varsa Ikebukuro'nun en güçlüsüdür. Tom'un yerinde olsam Shizuo'yu paraya çevirirdim. Ama adam sadece onu bodyguard olarak kullanıyor. Belki de korkuyordur... (korkulmayacak gibi değil ki, adam elektrik direğini söküp fırlatıyor...)
Bu kısa hikayeyi bir önceki Durarara fanfiction'ındaki gibi kahramanın ağzından dinleyeceksiniz. Başlığı ise yine şarkılarından birinin ismi. "O Kadar Korkak ki Sadece Gülebiliyor". İyi okumalar~
İç geçirip ona da durumumu anlattım. İşten atılmama pek şaşırmış gibi görünmüyordu. Ben de bu kadar uzun süre çalıştığıma şaşırmıştım aslında.
Bu kısa hikayeyi bir önceki Durarara fanfiction'ındaki gibi kahramanın ağzından dinleyeceksiniz. Başlığı ise yine şarkılarından birinin ismi. "O Kadar Korkak ki Sadece Gülebiliyor". İyi okumalar~
--------------------------------------------------------------------------------------
Susmayan telefonlar, posta kutusundan dolup taşan faturalar... Hepsi de bana omuzlarımdaki sorumluluğu taşımaya devam etmemi söylermiş gibi çoğalıp duruyorlardı. Faturasını ödemediğim için evde su yoktu. İki gündür eve kapanmış buzdolabını talan ediyordum. İki gün önce müşterilerden birini barın duvarına tablo misali astığım için işten atılmıştım. Ve evdeki yiyecek stoğu tükenmek üzereydi.
Bu gidişle Ikebukuro'nun en güçlü adamı parasızlık ve açlıktan ölecek gazetelere manşet olacaktı. Buna izin veremezdim. Ayağa kalktım ve üzerimi değiştirip dışarı çıkmaya hazırlandım.
Telefonumu yanıma alma gereği duymamıştım. Nasılsa bir gün o da gelen faturalardan dolayı kapanacaktı. Benim gibi bir arızayı kim aramak istiyorsa artık...
Ayrıca cep telefonu denen icadı kim yaptıysa onu da geçenki müşterim gibi bir yerlere asmak istiyorum. Bip bip bip ötüp duruyor, insana bir rahat vermiyor... Kasuka ısrar etmemiş olsaydı böyle bir zımbırtıya para bile vermezdim.
Dairemin kapısını açar açmaz telefonumu zırt pırt arayan kişinin de kim olduğu ortaya çıkmıştı. Karşımda elinde cep telefonuyla dikiliyordu. İfadesiz bakışları ve asık suratıyla yüzündeki o hoşnutsuzluğu ve endişeyi okuyabiliyordum rahatça.
"Ooh. Kasuka!"
"Abi!"
İşten atıldıktan sonra düşüncelerimin içinde öyle karmaşık bir labirentin içine girmiştim ki, küçük kardeşim dahil her şeyi unutmuştum. Onun beni arayıp endişeleneceği aklımın ucundan bile geçmemişti.
"İşten atıldığını duydum. Kaç gündür seni arıyorum neden telefonuna bakmıyorsun?! Seni bulabilmek için bütün işlerimi erteledim, çekimleri aksattım--"
Suratım istemsiz bir şekilde asılmıştı. Kafamı başka yöne çevirip ona bakmamayı tercih ettim. Benden daha iyi bir yere gelmiş sevgili küçük kardeşimin benim için bu kadar endişelenip aramaya kalkışması kötü hissettirmişti. O yeteneğiyle bir yerlere gelebilmişti. Şimdi ismi parlak harflerle film afişlerini süslüyordu. Ona örnek olması gereken ben ise milyonuncu kez işten atılmıştım. Ve bunların tek bir nedeni vardı. O da kendi gücüme engel olamamamdı. Sinirlerimi kontrol edemememdi.
"Üzgünüm Kasuka."
"Bir iş bul. Tamam mı? Senin için endişeleniyorum. Bunca zaman bana göz kulak olan abim için endişeleniyorum. Eğer isterse-"
"Yeter. İyi olduğumu görüyorsun. Şimdi git ve yarım bıraktığın işlerine devam et. Endişelenecek bir şey yok."
Kapıyı kapattım ve yanından geçerken sırtına hafifçe vurdum.
"İyi olacağım."
Sokaklar her zamanki gibi birbirini yiyen insanlar, durmadan plan yapan gizli çeteler ve bir yerlere yetişmeye çalışan binbir çeşit insanla dolup taşıyordu. Tüm bu insan selinin içinde ben, bir iş bulmazsam gerçekten acınası bir duruma düşecektim. Ikebukuro'nun en bela adamı olarak ün yapmış birini kim işe almak isteyebilirdi ki...
"Oooh! Shi-zu-oou~ Sushi yer misin? Sushi iyidir!!"
Kafamı çevirip tanıdık gelen sese doğru baktım. Simon üzerinde kalın bir palto, elinde çalıştığı Sushi dükkanının reklam kataloğuyla karşımda duruyordu. Üzerindeki palto iri cüssesini kapatmamış, aksine daha da iri göstermişti.
"Sen ısmarlayacaksan neden olmasın?"
"İşten atıldığını duydum."
"Hangi dengesiz benim hakkımda herkese bilgi veriyor?"
Simon gülümseyip etrafına bakınmıştı.
"Sushi yeyin! Japonya'nın en güzel sushisi~ Bir kere denemekten bir şey çıkmaz~" Elindeki kağıt parçalarından bir kaçını yoldan geçenlere verdikten sonra tekrar konuşmasına devam etmişti.
"Bu şehirde insanların gizli bilgilerini oradan oraya aktarıp üzerinden para kazanan ve senin dengesiz olarak bildiğin tek bir isim var. Söylemeye gerek duymuyorum bile."
Aah. Sahi. Nasıl unutabilirdim o piç kurusunu...
Sinirle karışık güldüm.
"Onu yakalarsam Ikebukuro'nun kaç bucak olduğunu göstereceğim. Ama korkak gibi kaçıyor."
"Evet. Son zamanlarda ben de onu pek görmüyorum. Hasta mı acaba? Soğuklar başladı. Yılbaşı yaklaşıyor~ Kendine dikkat et Shi-zu-ou~"
Elimde olmadan güldüm ve veda etmek üzere el salladım.
"Üzerimden iki kere kamyon geçti. Kıçı kırık bir gribin üstesinden mi gelemeyeceğim?"
Ne kadar ararsam arayayım boşa kürek çekiyordum. Ne bana uygun bir iş vardı ne de benim gibi birini işe almak isteyen bir işveren. Sınırıma ulaşmıştım. Parkın kenarındaki banklardan birine oturdum ve soluklandım. Mantıklı düşünmeliydim. Bu koca şehirde bana uygun bir iş yoksa artık buradan gitmenin vakti gelmişti belki de. Daha küçük bir şehirde sıradan bir iş bulur fazla dikkat çekmeden sıradan bir hayat yaşardım. Yılbaşında da Kasuka'ya küçük bir hediye alacak kadar param olurdu. Bana bir daha öyle bakmaması, benim için endişelenmemesi için her şeyi yapardım.
Ama... bu şehirden gidersem Ikebukuro'nun en güçlüsü olmayacaktı artık. İnsanlar beni hatırlayacak mıydı?
Önümde siyah bir araba yavaşça durdu. İçinden beyaz elbiseli bir genç kız inmişti. Arabanın diğer yanından ise jöleden saçları kafa tasına yapışmış, kendini beğenmiş bir zengin piçi...
"Bunlar bile evleniyor ha... Bense hayatta bir adım bile ilerleyememişim ve saçma sapan şeylerle uğraşıyorum."
Tam o sırada kulakları tırmalayan bir lastik sesi duyulmuştu. Ikebukuro'da uzun süre yaşamış olanlar için bu ses oldukça tanıdıktı. Kimisi için ise görülmeye değer bir mucize. Bazıları efsane diyor ona, bazıları ise canavarın teki.
O sesin sahibi benim sadece bir arkadaşımdı.
Üzerinde bisikletçi kıyafetiyle Celty geliyordu karşıdan. Ne zaman beni görse motorundan iner yanıma gelirdi. Çünkü sevdiği adamla liseden beri arkadaştık.
Telefonuna yazdığı mesajı bana gösterdi.
"İşte olman gerekmez miydi? Bir sorun mu var?"
"Sanırım sana uygun bir iş biliyorum."
Ekrandaki yazıyı okuduktan sonra şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırmıştım.
"Sahi mi?"
Celty onayladığına dair bir hareket yaptıktan sonra konuşmasına devam etmişti.
"Hem de diğer işinden çok daha rahat olacaksın. Yalnızca patronun aradığı zaman orada olman yeterli."
Anlamadığımı göstermek istercesine kaşlarımı çatmıştım. Ne tür bir işti bu?
"Bir şirketin borç yöneticisinin koruması olacaksın. Yolda sana detayları anlatırım."
Kafamda binbir türlü soruyla teklifini kabul ettim ve gölgelerin taşıdığı esrarengiz motosikletiyle Ikebukuro sokaklarından hızla geçtik. Belki de bu işle Ikebukuro'da kalıcılığımı sağlardım.
Belki de...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder