Başlangıç Notları: Merhaba. Bu sayfanın yalnızca kurgularımın yer bulduğu bi sayfa olmasından pek hoşnut değilim, bu blogun eski formuna geri dönmesini istiyorum ancak içinde bulunduğum ruhsal bunalımdan çıkabilmemin tek yolu bu sanırım. Uzun zamandır hayran kurgusu yazmadığım için çiğ bir hikayeyle karşılaşmanız mümkün.
✲Kurgunun evreni Bungo Stray Dogs evreninden farklı. Ama karakterlerin kişilik ve davranışlarında herhangi bir değişiklik yapmadım. Kurgu, bir akşam ofiste can sıkıcı bir rapor yazmakla yükümlü olan acemi polis memuru Nakajima Atsushi'nin patronunun emri üzerine atıldığı minik bir dedektif hikayesini anlatıyor.
✲Kurgunun evreni Bungo Stray Dogs evreninden farklı. Ama karakterlerin kişilik ve davranışlarında herhangi bir değişiklik yapmadım. Kurgu, bir akşam ofiste can sıkıcı bir rapor yazmakla yükümlü olan acemi polis memuru Nakajima Atsushi'nin patronunun emri üzerine atıldığı minik bir dedektif hikayesini anlatıyor.
✲✲✲✲✲✲
Akşamın
aceleci ışıkları ofisin penceresinden yansıyarak Atsushi’nin bezginlikten yarı
yarıya kapanmış gözlerine vuruyordu. Herkesin işini bitirip evine döndüğü bu
akşam saatinde göz yorucu bilgisayar ekranının karşısında bu can sıkıcı nöbet
raporunu yazmak yapmak isteyeceği son şeydi. Ofiste giderek azalan sesler ve
yerini karanlığa bırakan gün ışıkları beraberlerinde motivasyonunu da çekip
götürüyordu. Masadan kalktığında yürümeye bile gücünün olacağından şüpheliydi.
Raporunun son paragrafına dayandığında omzunda tanıdık bir el hissetmiş,
yorgunluktan kısılmış gözleri masasının kenarına çarpan ince dosyaya
çevrilmişti.
“Acil durum.” dedi patronu.
“İntihar gibi görünen bir cinayet vakası. Civarda başka kimse olmadığı için sen
geliyorsun.”
Atsushi’nin gözleri
yalvarmaya hazır bir köpeğinkiler gibi irileşmiş ve sarkan dudaklarından
mırıltı halinde bir soru dökülmüştü cevabını çoktan biliyor olmasına rağmen.
“Chuuya-san, benim gelmem
şart mı?”
Nakahara Chuuya, diğer bir adıyla “Canavar Dedektif” (Bir
erkeğe göre nispeten kısa olan boyundan dolayı “Minik Dedektif” olarak da anıldığı
olurdu ancak bu unvanı kullanan her kim olursa iyi bir dayak yemeye hazır
olmalıydı.) bir davaya asla tek başına gitmez, acemilere tecrübe olması
açısından içlerinden birini illa peşinden sürüklerdi. Teklifini reddetmek ya da
karşı gelmek bir seçenek değildi. Civardaki herkes Chuuya’nın “Canavar
Dedektif” adlı lakabı edinmesinin altında yatan sebebin yalnızca olayları
çözmedeki kıvraklığından ve zekasından kaynaklı olmadığını bilirdi.
Bu yüzden Nakahara Chuuya asla sinirlendirilmemeliydi.
“Oldukça kafa karıştırıcı bir dava bu elimizdeki. Kurban zehirlenerek
öldürülmüş ancak intihar süsü verilmiş. Katil bütün sahneyi kurduktan sonra
vicdan azabı çekip kendini ihbar etmiş.”
Chuuya eldivenlerini ve
şapkasını düzeltip duruşunu dikleştirdi Atsushi’den olası bir soru beklerken.
Durmadan düşen omuzlarından ve çatılan kaşlarından onun da yorgun olduğu
anlaşılıyordu. Karşıdan herhangi bir soru gelmeyince konuşmaya kaldığı yerden
devam etti.
“Zaten açığa çıkmış bir
olayın neresini inceleyeceğiz? Gittiğimizde hikayenin bununla kalmadığını
göreceksin. Bu bilmeceyi çözeceğine inanıyorum Atsushi.”
“Çünkü sen benim favorimsin. Senin gözlerinde
gördüğüm ışığı başka kimsede görmüyorum.“
Böyle demek isterdi ama
bunu şimdiden dillendirerek genç adamı şımartmak istemiyordu. Zaten bunu
yapacak gücü de şu an kendinde bulamıyordu. Aralarındaki sessizlik sinir bozucu
bir raddeye gelmişti. Bu sessizlik kızıl saçlı dedektifin içinde birilerini dövme
isteği uyandırıyordu. Ama şanslı kişiyi seçmek için biraz daha bekleyecekti.
Bezginlikle iç geçirdi.
“Pekala. Bu davayı
çözebilirsen dönüşte bir şeyler ısmarlayacağım.”
Bunun ardından Atsushi’nin
gözlerini Chuuya’nın o görmeye bayıldığı parıltı doldurdu. Önünde eğilip
avazının çıktığı kadar bağırdı.
“Elimden geleni yapacağım,
Chuuya-san!”
Olay yeri tek odadan oluşan bir apartman dairesiydi.
İçeride fazla mobilya bulunmamasına rağmen (Zaten olsa da bu denli küçük bir
daireye sığmazdı.) süslü bir bar, sokağa bakan pencerelerin olduğu duvarı
kaplıyordu. Yerde kırılmış iki kadehten kalan parçalar ve kadehlerden dökülen
renksiz içkiler bulunuyordu. Olayın kurbanı, görevli birkaç polis tarafından
odadaki tek kanepeye yatırılmış ve üzeri beyaz bir örtüyle örtülmüştü. Atsushi
yakından baktığında sonradan bunun bir örtü değil bir perde olduğunu anlamıştı.
Bilmecenin baş rol oyuncusu, aynı zamanda hikayeyi ağzından duyabilecekleri tek
kişi, bardaki yüksek sandalyelerden birinde, başı ellerinin arasına sıkışmış
şekilde oturuyordu. Kırpılmış siyah saçları, ince omuzları, kemikli elleri
vardı. Oturduğu sandalyede farkında olmadan titriyordu. Chuuya bakışlarıyla
siyah saçlı adamı gösterip kanepeye doğru yaklaştı ve gözlerini beyaz çarşafa
dikip öylece baktı. Atsushi mesajı almıştı, bara doğru yaklaştı ve genç adamın yanına
oturdu. Yolda okuduğu dosyaya göre ismi Akutagawa
Ryuunosuke’ydi.
“Akutagawa-san. İyi
akşamlar.”
Siyah saçlı genç adamdan
sinirle karışık bir homurtu duyuldu.
“Benimle dalga mı
geçiyorsun… ‘İyi akşamlar’mış…İyi akşamlar…”
“Ö-özür dilerim…” Atsushi
düşüncelerini toparladı ve yeniden konuşmaya başladı. “Sizinle neler olduğu
hakkında konuşmak istiyorum. Tabi konuşabilecek durumdaysanı-“
“Sen.” Akutagawa denen adam
kafasını çevirip Atsushi’nin gözlerinin içine baktı. İri siyah gözleri sanki
gözlerine değil ruhuna bakıyordu. Atsushi rahatsızlık hissinin midesini
sıkıştırmaya başladığını hissetmişti.
“Sen polis olduğuna emin
misin?”
“N-nasıl yani?”
Rahatsız olduğunu belli
etmemek için gözlerini ayırmasa dahi titreyen sesi kendini ele vermişti.
Akutagawa yüzünde alaycı bir gülümsemeyle sorusuna yanıt verdi. Yanakları
belirsiz bir kırmızılıkta barın ışıkları altında parlıyordu.
“Senin gibi saf insanlar bu
dünyada fazla yaşamaz. Beni yanlış anlama.”
“Yo yanlış anlamıyorum.
Haklısınız.” Düşüncelerini yeniden toparlamak bahanesiyle gözlerini kaçırıp bar
tezgahının üzerine koyduğu dosyasına çevirdi gözlerini. “Ama insan dünyaya bir
değişiklik yaratmak için geldiyse elindeki yeteneği kullanmaktan çekinmemeli.
Sevdiğim bir yazar yeteneği olan birinin bunu saklayıp bundan dolayı acı
çekmemesi gerektiğini, bu şekilde ancak hayatı kendine bir cehenneme
çevirebileceğini söyler.”
“Demek bir yeteneğin var.”
Akutagawa’nın yüzündeki gülümseme kademe kademe silinmekteydi. “Peki öyleyse.
Yeteneğini göstermen karşılığında her şeyi anlatacağım.”
Atsushi kendinden emin bir şekilde
kafasını salladı.
“Anlaştık.”
“Kanepede yatan adam benim için dünyadaki en değerli
kişiydi. Onunla tanıştığım günden beri onun gözüne girebilmek için ne kadar çok
çabaladığımı bilemezsin. Ama o… O her zaman gözlerini benden uzağa çevirdi ve yaptığım
hiçbir şeyi görmemeyi seçti.”
Atsushi dosyada bulunan
diğer adamın profiline bakarken Akutagawa’nın bundan dolayı adama garez
beslediğini düşünmeye başlamıştı. Ama yine de nedense kafasının içinde başka
bir ses bunu yapanın Akutagawa olmadığını söylüyordu. Bu fikrini Chuuya’ya
söyleyecek olsaydı iyi bir fiske yemeye hak kazanırdı.
“Bu akşam beni evine davet
etti. Benimle önemli bir şey konuşmak istediğini, bana bir ders vermek
istediğini söyledi. Geldiğimde birkaç kadeh devirip havadan sudan konuştuk.
Dazai-san her zamanki Dazai-san’dı. Ama sonra… sonra hoşuma gitmeyecek şeyler
söylemeye başlamıştı. İkimiz de çok alkol almıştık. Kendimden geçtim ve ona
saldırdım. Böyle yapmak istememiştim. Kendime geldiğimde Dazai-san yerde
yatıyordu. Bardakları kafasına geçirmiş olmalıyım. Başından akan kanı
temizleyip kendini öldürmüş gibi gösterdim. Çekmecesinde bir kutu uyku ilacı
vardı. Belki bunları fazladan almış gibi gösterebilirim diye düşündüm. Ama zaten eninde sonunda bünyesinde hiçbir madde bulamayacaklar ve beni
yakalayacaklardı. Bu yüzden pes edip kendimi ihbar ettim.”
Atsushi kaşlarını çatmıştı.
Gözlerini dosyadan ayırmadan konuştu.
“Size ne tür şeyler
söylediğini hatırlıyor musunuz?”
Akutagawa sağ elini
saçlarında gezdirip gözlerini kıstı. Gözlerini kıstıkça suratı buruşmuştu.
“Hatırlıyorum.”
Tedirgin edici bir sessizlik.
Chuuya’nın arka tarafta homurdandığını işitiyordu. Sanki bir şeyi tekmeliyormuş
gibi takırtılar çıkarıyordu. Umursamadan konuşmasına devam etti.
“Çok özel bir şeyse
söylemek zorunda değilsiniz.”
“Bana işe yaramazın teki
olduğumu söylemişti. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım takdirini kazanamayacağımı,
olsam olsam bir çöplüğe layık olacağımı söylemişti. Bir de… aptal olduğumu
söylemişti. Herkese kolayca güvenmemem gerektiğini… kimden bahsettiğini
anlayamamıştım ama nedense çok sinirlenmiştim.”
Atsushi kafasını salladı ve
sorularına kaldığı yerden devam etti.
“Başka bir şey söyledi mi
peki?”
“Başka… hatırlamakta
zorlanıyorum.” Akutagawa gözlerini boşluğa dikip bir süre düşündü. Dazai denen
adamın birilerinin kendisini almaya geleceğiyle ilgili bir takım laflar
ettiğini hatırladığını söylemişti ancak bunu da kesin olarak hatırlayamadığı
için olayla bir bağlantı kuramamıştı. Atsushi adamın profilindeki fotoğrafını
inceledi. Parlak, kahverengi gözler, aynı renkte kabarık saçlar, tatlı bir
gülümsemeyle taçlandırılmış bir ağız. Hayat dolu bir adama benziyordu, genç bir
adama hakaretler savuracak tarzda birine değil.
“Akutagawa-san. Dazai-san’ı
elinizdeki kadehlerle öldürdüğünüzü söylemiştiniz değil mi?”
Siyah saçlı adam onaylarca
kafasını salladı.
“Bunu nasıl yaptınız?”
“Nasıl mı yaptım?
Bardakları kafasına geçirdim ve onu yaraladım.”
“Bunu yaptığınızı kesin
olarak hatırlıyor musunuz?”
“Hatırlamama gerek var
mı?!” Akutagawa olduğu yerden hışımla kalkmış ve Atsushi’yle burun buruna
gelmişti. Gözleri birer kara delik gibi Atsushi’nin ruhunu parçalıyordu.
“O korkunç anı hatırlamama
gerek var mı etrafta bir sürü işaret varken!? Başından akan kan, etraftaki cam
parçaları, Dazai-san’ın cansız…”
Akutagawa başını eğdi.
Siyah saçları Atsushi’nin yanağını okşamıştı.
“Bunu nasıl yapabildim…
Nasıl…”
Atsushi sadece ikisinin
duyabileceği bir ses tonuna mırıldandı.
“Ben… senin yaptığını
düşünmüyorum. Ve bunu kanıtlayacağım.”
Atsushi, Akutagawa’dan
yeterince bilgi aldığını düşünüyordu. Cinayetle suçlanan zavallı, alkollü bir
genç adamı daha fazla sorgulamanın bir manası yoktu. Aksi takdirde alkol,
Akutagawa’nın gerçeklerini çarpıtmaya başlayabilirdi.
“Şimdi yeteneğimi gösterme
zamanı.”
Cesedin yanına eğilmiş
Atsushi’yi izleyen patronu ağzını yayarak gülümsemiş ve uzanıp perdeyi bir
kenara çekmişti. Kurbanın tüm bedeni ortadaydı şimdi. Atsushi çekinerek yanına
geldi ve eğilip cesedi incelemeye başladı. Balmumundan yapılmış bir heykel gibi
yatıyordu Dazai denen adam, henüz vücudu değişmeye başlamamıştı. Atsushi
kurbanın yüzüne o kadar odaklanmıştı ki dudaklarında minik bir tebessümün
oluştuğunu görür gibi olmuştu. Gözlerinin önünde bir el parmaklarını şıklattı.
“Kendine gel, Atsushi.
Resim galerisinde değil cinayet mahallindesin.”
Atsushi kafasını sallayıp
kendine geldi ve gözlerini cesedin güzel yüzünden ayırıp boynuna çevirdi.
Ellerini dikkatle, kırılgan bir cismi tutuyormuş gibi kullanarak çenesini sağa
sola oynattı. Ardından kıyafetlerini nazikçe hareket ettirerek bileklerini ve
vücudunun diğer bölgelerini inceledi.
“Dosyada yazdığı gibi…”
dedi alçak bir sesle.
“Herhangi bir darbe izi
yok.” diye cümlesini tamamladı Chuuya. Ardından elini kaldırıp başını gösterdi.
“Orası dışında.”
Atsushi yaklaşıp adamın
başındaki yarayı inceledi. Saçlarının arasından görünen yara izi ve gelen garip
kokudan Akutagawa’nın onu bardaklarla yaraladığı sonucuna varabilirdi. Ancak
hala kafasında onu oyalayan bir şeyler vardı. Kalkıp salonun ortasına yürüdü ve
yerdeki cam parçalarını incelemeye başladı. İki bardaktan geriye kalanlar loş
lamba ışığının altında soluk bir şekilde parlıyordu.
“Akutagawa-san. Rahatsız
ediyorum ama buraya gelir misiniz?”
Olduğu yerde oturup
şakaklarını ovan genç adam kafasını çevirip gözlerini yere eğilip cam
parçalarına gözlerinde ışıltıyla bakan Atsushi’ye çevirdi.
“Ne var?”
Atsushi birkaç saniye
boyunca adama sessizce baktı.
“Kibarlığımın karşılığını böyle mi alacaktım…
Yanıma gelme nezaketinde bile bulunmadı…”
Her şeye rağmen gülümseyip
işaret parmağıyla yerdeki parçaları gösterdi.
“Yerdeki kan lekelerini
temizlediğinizi söylemiştiniz öyle değil mi?”
Genç adam kafasını
onaylarca salladı.
“Fakat nasıl oluyor da cam
parçalarında tek bir kan lekesi olmuyor?”
Akutagawa’nın dudaklarının
arasından tiksinti dolu bir “cık” duyuldu. Atsushi kendini yeni bir iğneleme
dalgası için hazırladı.
“Sen beni aptal mı
zannettin? Tabi ki de kanlı cam parçalarını temizleyip yerine yerleştirdim.
Olayın fazla uyku ilacı alıp intihar etmiş gibi görünmesi gerekiyordu. Ama…”
“Ama bunu yaparken
başındaki yara izini tamamen aklınızdan çıkarmıştınız öyle değil mi?”
“Ne kadar acınası, öyle
değil mi?”
Akutagawa başını çevirip
elleriyle yeniden şakaklarını ovmaya başladı. Kendi kendine mırıldanıyordu.
“Ben de uyumak istiyorum.
Tıpkı Dazai-san gibi… Uzun bir uykuya ihtiyacım var…”
Atsushi iç geçirip
gözlerini yeniden parçalara dikti.
“Akutagawa-san, yerleri
temizlediğiniz paspası görebilir miyim?”
Genç adam dönüp cevap
vermeden eliyle kapının arkasını gösterdi. Kapının arkasında duran paspas
temizlenmemişti. Rengi kirli beyazdan açık kırmızıya doğru geçiş yapıyordu.
Atsushi eğildi ve dokunmadan paspası inceledi.
“Bu durumda başka bir
cisimle saldırmış olabileceğini düşünemeyiz. Zaten dairede de buna benzer bir şey
bulamamışlar.”
Uçları kırmızıya bulanmış
paspası olduğu yere bıraktı ve Chuuya’nın yanına geri döndü.
“Chuuya-san, şu bahsedilen
uyku haplarını görmem mümkün mü?”
Adam kafasını sallayıp
elini ceketinin cebine soktu. Şeffaf paket içinde bir kutu uyku hapı
bulunuyordu. Atsushi pakedi açıp kutuyu yakından inceledi. Sıradan bir uyku
hapıydı. Üzerine tükenmez kalemle yazılmış bir kullanma talimatı bile vardı.
Kutuyu açıp içini inceledi. Küçük yazılı uzun bir reçete ve kullanılmış iki
tablet hap. Atsushi gözlerini kısıp tabletleri inceledi. Her nedense iki tablet
de birbirinden farklıydı. Kutu üzerinde ismi yazan hapın bulunduğu tablet
birkaç defa kullanılmıştı ancak yabancı tabletten yalnızca bir tane
kullanılmıştı.
“'Exanimis'? Bunun bu kutuda
ne işi var?”
“Dazai aldığı ilaçları
unutmamak için aynı kutuya koyuyordu herhalde.” dedi Chuuya gözlerini
devirerek. “Bunak büyük annem de aynısını yapardı. Ne ortak nokta ama.”
Atsushi, Exanimis denen
farklı tablete yeniden baktı.
“Bunun ne işe yaradığına
baktınız mı?”
“Ben de bunu sormanı
bekliyordum.”
Chuuya cebinden katlı halde
bir takım kağıtlar çıkardı ve ona uzattı. İki sayfadan oluşan belgeyi
gözleriyle hızlıca taradı Atsushi. İlk sayfa ilaçların içeriği ve yapıldığı
maddelerle ilgiliydi.
İkinci sayfa ise kurbanın
kan tahliliydi.
Atsushi gözlerini kocaman
açtı ve dudaklarını birbirine bastırdı.
“Tam da tahmin ettiğim gibi…”
Chuuya sırıtarak bakıyordu
yüzüne.
“Ney o? Söyle de
öğrenelim.”
“Bana bunu neden
yapıyorsunuz…”
Atsushi, Akutagawa’nın
kolunu omzuna atarak yükünü üzerine almış, yavaş adımlarla onu kurbanın yattığı
kanepenin kenarına oturtmuştu. Siyah saçlı genç adam ise durumdan hiç hoşnut
değildi: Alkollüydü, başı ağrıyordu ve öldürdüğü adamın baş ucunda durmak
kendisine tarif edilemez bir acı veriyordu. Yüzünde belli belirsiz bir
gülümsemeyle neredeyse huzur dolu bir şekilde uyumakta olan Dazai’nin etrafında
toplanmış üç adam uzaktan bir tiyatro sahnesini andırıyordu.
Atsushi boğazını temizledi
ve Akutagawa’nın yüzüne bakarak konuşmaya başladı.
“Sizinle konuşurken ne
dediğimi hatırlıyor musunuz?”
“Şunu hatırlıyor musunuz,
bunu hatırlıyor musunuz… Canımı sıkmaya başlıyorsun artık.”
Atsushi’nin gözleri bir
anlığına Chuuya’nınkilerle buluştu. Chuuya gözlerini devirerek devam etmesini
işaret etmişti.
“Pekala. Öncelikle olayları
Akutagawa-san’ın ağzından duyduklarımla anlatacağım. Sonraysa ‘asıl’ olanları
anlatacağım.”
Akutagawa’nın gözleri
kısılıp kaşları çatıldı. Atsushi devam etti.
“Akutagawa-san tıpkı
kendisine söylenilendeki gibi akşam saatlerinde Dazai-san’ın kapısını çaldı.
Dazai-san’ın Akutagawa-san’ı çağırma sebebi ona önemli bir ‘ders’ vermek
istemesiydi. Lütfen yanıldığım yerlerde beni düzeltmekten çekinmeyin.”
Atsushi aralarda duraksıyor
ve yanındaki genç adamdan onay manasında bir hareket bekliyordu. Fakat
Akutagawa gözlerini ayırmadan elinin altında yatan değerli dostuna bakıyordu.
Ağlamak üzere olduğu her halinden belliydi.
“Buraya birinci soru
işaretini koyuyorum. Bu olayları Dazai-san’ın Akutagawa-san’a ettiği hakaretlerin
ve kışkırtmaların izlediğini görüyoruz. Neden ders vermek isteyen bir insan
karşısındakini kışkırtmak ister? Akutagawa-san Dazai-san’ın kendisini asla
kabul etmeyeceğini söylediğini hatırlıyorum. Bu durumda mağdur olan kişi
Akutagawa-san’mış gibi görünüyor.”
“Ders vermek isteyen
insanın karşısındaki insanı sarhoş etmesi gibi saçma sapan bir durum da var
ayrıca.” diye ekledi Chuuya. Atsushi onaylamıştı.
“Kesinlikle. Akutagawa-san’nın
söylediğine göre, kendisi Dazai-san’ı elindeki içki bardağıyla öldürüyor ve ona intihar
etmiş süsü veriyor. Fakat onu öldürdüğünü kesin bir şekilde hatırlamıyor.
Yerdeki kan izlerini ve kana bulanan parçaları temizliyor. Fakat sonradan
başındaki yarayı saklayamayacağını fark ediyor.”
Atsushi kapıya doğru
yürüyüp arkasından paspası çıkardı ve kanlı tarafını havaya dikti.
“Paspasa dikkatli bakın.
Akutagawa-san’ın temizlediği kanın rengi hala parlak tonda bir kırmızı.
Uzun süre bekleyen bir kan lekesinden oldukça uzak. Kan lekesi zaman geçtikçe
kurur ve rengi koyulaşır. Ve bunun olması uzun zaman almaz. Bu da bizi bu
sıvının kan olmadığı sonucuna götürüyor.”
Akutagawa şaşkınlıkla
kafasını çevirip Atsushi’ye baktı. Atsushi buna karşılık tatlı tatlı
gülümsemişti.
“Paspastaki sıvının
Dazai-san’ın başındakiyle aynı olduğunu teyit ettim. Garip kokusundan da
anlaşılacağı üzere bir çeşit boya olabilir. Şimdi ikinci soru işaretini
koyuyorum. Eğer kan sahteyse tüm bunlar nasıl oldu? Tüm bunlara
Akutagawa-san’ın değil de bir başkasının bakış açısından baksak iyi olacak.
Mesela…” Atsushi bakışlarını kanepede yatan adama çevirip parmağıyla gösterdi.
“Mesela Dazai-san’ın.”
Akutagawa her an saldırmak
üzere duran bir yırtıcı hayvan gibi kanepenin köşesine tırnaklarını geçirmiş,
Atsushi’nin söyleyeceklerine kulak kesilmişti. Tüm bu söylediklerinin nasıl sonuçlanacağını biliyor gibiydi.
“Dazai-san Akutagawa-san’ı
ona bir ders vermek amacıyla evine davet ediyor. Fakat ders vermek yerine onu
sarhoş edip hakaretler savuruyor ve kışkırtıyor. Yanılmıyorsam ‘herkese kolayca
güvendiği’yle ve ‘birilerinin kendisini almaya geleceği’yle ilgili bir şeyler
söylüyor. Bunları önemli oldukları için bir kenara bırakıyorum. İşte tam bu
arada, devreye bu küçük dostlar giriyor.”
Atsushi uyku haplarını
herkesin görebileceği bir noktaya kaldırıp gösterdi. Akutagawa kafasını sağa
sola sallamıştı.
“Bu… imkansız.”
“Dazai-san ‘herkese kolayca
güvenen’ konuğuna bir ‘ders’ vermek amacıyla o gelmeden önce içkisine bir uyku
hapı atıyor. Muhabbet ilerledikçe Akutagawa-san uykunun tuzağına yakalanıyor ve
Dazai-san sinsi planını uygulamaya başlıyor.“
Akutagawa ayaklanıp
Atsushi’nin yakasına yapıştı ve avazının çıktığı kadar bağırdı.
“Saçmalama! Ne demek
istiyorsun sen!? Dazai-san intihar etmiş olamaz!”
Atsushi, Akutagawa’yla göz
göze gelip mırıldandı.
“İntihar etti demedim.
Söyleyeceklerimi dinle.”
Yakasını kurtarıp konuşmaya
devam etti.
“Öncelikle olayların
gerçeklik kazanabilmesi için bardakları aldı ve kendini yaraladı. Bu ince
kadehler birilerini hafifçe yaralayabilir ancak asla öldüremez. Bunu her kim
olsa söyleyebilir. Olaylara biraz daha hareket katmak için başına ve yerlere bahsi geçen kırmızı sıvıdan döktü. Şimdi son sorumu soruyorum. Tüm bunlar birer
düzmeceyse Dazai-san nasıl öldü? Ve sebebi ne?”
Yeniden elindeki ilaç
kutusunu gösterdi Atsushi. Hikayesinin sonuna geliyordu.
“Chuuya-san’la birlikte
kutunun içinde başka bir ilacın daha olduğunu fark ettik. Elimdeki rapora göre
Exanimis denen bu hap tıpkı kutunun içindeki diğer hap gibi bir nevi uyku ilacı görevi görüyor.
Fakat bünyeyi öyle etkiliyor ki hasta uyku halindeyken neredeyse ölü gibi
görünüyor. Nefes alış verişleri ve nabzı saptanamayacak kadar düşüyor. Hastayı
uyandırmak için onu hafifçe sarsmak yeterli oluyor. Elimdeki kan tahlili
sonucuna göre kurbanın Exanimis’i aldığı görülüyor. Yani diğer bir değişle…”
Akutagawa titrek bir sesle
araya girdi.
“Yani Dazai-san…”
“Hala yaşıyor.” Chuuya
kafasını onaylarca salladı. “Tebrikler Atsushi. İyi iş çıkardın.”
“S-sahi mi?” Atsushi
dudaklarını birbirine bastırıp gülümsedi. Chuuya parmaklarını esnetip ceketini
çıkardı ve kanepenin kenarına bıraktı.
“Foyan ortaya çıktığına
göre artık işimi yapsam iyi olacak. Seni almaya geldim baş belası.”
Kızıl saçlı dedektif diğer
ikisinin şaşkın bakışları altında hızla kanepede yatan adamın üzerine çullandı.
Bacaklarını iki yana açarak üzerine zıplamış ve adamın aniden öksürerek yerinde
kıvranmasına sebep olmuştu. Akutagawa olduğu yerde irkilip bir adım öne atıldı.
Fakat anında Atsushi tarafından durduruldu.
“Araya girmemeni tavsiye
ederim. Chuuya-san kızgın görünüyor.”
Akutagawa ne dediğini
anlayamamış olsa da dediğine uymaya karar vermişti. Chuuya öksürük krizi
geçiren adamı uyandırmak için "hafifçe" sarsıyor arada bir tokatlar savuruyordu.
“Kendine gel adi herif.
Seni öbür dünyaya göndermeye geldim.”
Dazai öksürük krizini
atlatır atlatmaz hışımla doğrulmuş ve Chuuya’nın kollarından tutup arkasına
bağlamıştı. Bunca zaman ölü zannedilen Dazai şimdi gözlerini açmış gülümseyerek
üzerinde tepinen ‘minik’ canavara bakıyordu.
“Ahh… Geleceğini
biliyordum. Benim için geleceğini biliyordum. Endişelendin değil mi? Doğruyu
söyle.”
“Bırak… beni… be!” Chuuya
ellerini kurtarmak için çabaladıkça Dazai bileklerini daha çok sıkıyordu.
Neredeyse burun buruna duruyorlardı. Chuuya patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Dişlerini
gıcırdatarak hırladı. Dazai ise ona gülerek karşılık verdi.
“Yanlış anlaşılmaktan mı
korkuyorsun yoksa?”
“Ne saçmalıyorsun Dazai!?
Uyku hapı beyin hücrelerini mi öldürdü?” Yeniden çırpındı. “Rahat bırak
dedim sana!”
Atsushi kafasını çevirip
Akutagawa’ya doğru mırıldanmıştı.
“Tanışıyor olmalılar.”
Akutagawa karşılık verdi.
“Ne diyeceğimi bilemiyorum.
Eve gitmek istiyorum.”
Atsushi elini ağzına
götürüp Chuuya’ya seslendi.
“Chuuya-san, yemek
ısmarlama işini sonraya bırakabiliriz!”
Akutagawa arkasından
öksürdü.
“Beni akladığın için bu
sefere mahsus ben de ısmarlayabilirim.”
“Sahi mi?”
Dazai yaklaşıp Chuuya’nın
kulağına fısıldadı.
“Baş başa kaldık sanırım.”
Chuuya tepeden tırnağa
kıpkırmızı olmuştu. Ancak bu kırmızılık duyduğu utancın bir göstergesinden
ziyade içindeki canavarın ortaya çıkışının bir simgesiydi. Dazai ne olduğunu
anlayamadan suratına bir yumruk yedi ve bunu daha önce hiç duyulmamış
küfürlerle süslenmiş bir başkası izledi.
“Seni ayaklı hıyar, ne
cüretle en yorgun olduğum gün beni böyle boktan bir oyunla kandırırsın!? Daha
ilk gün seninle tanışacağıma kafama sıksaydım daha iyiydi! Hayır, o gün senin
kıçını havaya uçurmalıydım! İstediğin de bu değil miydi zaten adi herif!?”
“Chuuya-san!”
Atsushi iyi bir fikir
olmadığını bildiği halde patronunu davanın gerçek katili olmaktan kurtarmak
adına yaklaşıp kollarından tuttu.
“Bırak beni! Yüzünü
tanınmaz hale getirene kadar pataklayacağım onu!”
“Lütfen sakin olun!”
Dazai çapraz şekilde yüzüne
siper ettiği kollarını açıp ikisine baktı.
“Tanrım, ne tatlı bir
asistan. Senin için biraz fazla bu Chuuya.”
“Sen hala konuşuyor musun?”
Tam yumruğunu kaldırmıştı ki Atsushi yeniden onu durdurdu. Chuuya’nın zorlukla
ikna olmasıyla dosya kapanmış ve ortalığı huzur dolu bir sessizlik kaplamıştı.
Akutagawa değer verdiği adamın hala hayatta oluşuna sevinmiş ancak bu olaydan
sonra içinde buruk bir his kalmıştı. Atsushi hak ettiği övgü ve ödülü almıştı:
patronu tarafından güzel bir akşam yemeğine davet edilmiş, karnını tıka basa doldurmuştu.
Ancak ilerleyen saatlerde sinirini yatıştırmak için fazla alkol alıp sarhoş
olan patronunun saatlerce gevezelik edişiyle uğraşacağından habersizdi.
Yine de, sıkıcı raporlarla
başlayan dayanılmaz bir akşamın bu denli ilginç bir hal almış olmasından
memnundu.
✲✲✲✲✲✲
Son Notlar
✲“Ama insan dünyaya bir
değişiklik yaratmak için geldiyse elindeki yeteneği kullanmaktan çekinmemeli.
Sevdiğim bir yazar yeteneği olan birinin bunu saklayıp bundan dolayı acı
çekmemesi gerektiğini, bu şekilde ancak hayatı kendine bir cehenneme
çevirebileceğini söyler.”
Atsushi'nin bahsettiği yazar Edgar Allan Poe. Animede yahut mangada Atsushi'nin Poe'ya ilgi duyduğuyla ilgili bir ibare yok, gerçek kişiliğin de ilgi duyup duymadığıyla ilgili bir bilgim yok. Yalnızca Poe'nun büyük bir hayranı olarak ona alıntı yapmak istedim.
✲“Ben de uyumak istiyorum.
Tıpkı Dazai-san gibi… Uzun bir uykuya ihtiyacım var…”
Akutagawa'nın Dazai'yi intihar etmiş gibi gösterme planını gerçek Akutagawa Ryuunosuke'nin intihar olayından esinlenerek yazdım. Uyku sorunları çektiği için daima birilerinin kendisini öldürmesini istediğini ve sonunda da aşırı dozda uyku ilacı alarak intihar ettiğini okumuştum. Keşke aldığı ilaçlar Exanimis tarzı bir ilaç olsaydı...
✲Exanimis: Latincede "ölü, nefessiz" anlamına geliyor. Gerçekte böyle bir ilaç yok ama gösterdiği etkileri tamamen karşılayan bir çeşit zehir olduğunu okumuştum.
Yazar Notu
Buralara kadar gelip hikayemi okuduysanız hepinize teşekkür etmek istiyorum. Lütfen hikayemle ilgili yorumlarınızı ve sorularınızı yazmaktan çekinmeyin. Yeniden teşekkürler!