2014/11/22

Kanada'dan Efsaneler ve Hayalet Hikayeleri

Herkese iyi geceler!
Öylece gezinirken American Folklore adlı güzel bir siteye rastladım. Çok kapsamlı ve meraklısı için oldukça güzel bir site. Bütün kıtada anlatılan hayalet hikayeleri, efsaneler, çocuk hikayeleri, tekerlemeler ve daha bir çok şey var.

Ve tabi Kanada meraklısı olan ben oranın hikayelerine dalmamış olsaydım bende bir gariplik olduğunu düşünmeye başlardım. Okumaya başlamadan önce gerçekten ürkütücü şeylerle karşılaşacağımı sanmıştım. Ama ürkmekten çok hüzünlendim ve kimisinde dehşete düştüm! ... Ve sonuncusunda gülmedim diyemem. Hayalet hikayesi mi yoksa komedi senaryosu mu belli değil. (ಡ ੴಡ)
Daha hepsine göz atmadım gerçi. Okuduğum kadarıyla en sevdiğim ilk beşini paylaşmak istiyorum.

Ah bekleyin! Ondan önce eğer isterseniz Korkunç Japon Efsaneleriyle ilgili yazımı okuyabilirsiniz. İyi okumalar!


01. "Kim o?" Saskatchewan'dan Bir Hayalet Hikayesi - Orijinal İsim: Who Calls?

Günlük işlerini bitirdiği sırada ışıklar kayboluyordu. Nişanlısına gitmeden önce bitirilmesi gereken her şey tamamlanmıştı. Aşkını göreceği için çok heyecanlıydı, bu yüzden büyüyen karanlığa aldırmadan yola koyuldu. Gece boyu kanosuyla ilerleyebilir ve şafak sökerken sevdiğiyle birlikte olabilirdi.

Gece nehir açık gökyüzünün altında kendi kendine şarkı söylüyordu. Gözlerini ağaçların arasında gezdirdi, sevdiği birkaç yıldızı gökyüzünde buldu ve kafası sevdiğinin düşünceleriyle dolu bir şekilde minik bir şarkı mırıldandı. Sonra aniden birinin kendi ismini söylediğini duydu. Birden kendine geldi ve kürek çekmeyi bırakıp sesin sahibini ararken kanonun yavaşlamasını sağladı.

"Kim o?" dedi ana dilinde, ve sonra aynı şekilde Fransızca tekrar etti: "Qu'Appelle?"

Kelimeleri etrafını saran vadide defalarca yankılanıp ona geri döndü. Sesi yok oldu ve dikkatle dinlemeye devam etti. Fakat cevap yoktu.

Bir esinti saçlarına ve yüzüne dokunarak etrafında dolaştı. Bir anlığına bu dokunuş ona sevgilisini, biriciğini hatırlattı ve gözlerini kapatıp güzel havayı derince içine çekti. Sanki onun sesini duyduğunu ve ismini fısıldadığını sanmıştı. Esinti yok olup gitti ve o da küreklerine asılıp sevdiğinin evine doğru ilerlemeye devam etti.

Şafak söktüğünde oraya varmıştı ve sevdiğinin babasıyla karşılaştı. Yaşlı savaşçının yüzüne tek bir bakışla neler olduğunu anlamıştı. Sevdiği, biriciği gitmişti. O buraya geldiği sırada, geceleyin ölmüştü. Son kelimeleri son nefesini vermeden önce onun ismini iki kez söylemek olmuştu.

Dizlerinin üzerine çöküp küçük bir çocuk gibi ağladı. Etrafında hafif bir rüzgar dolaştı, saçlarında ve yanaklarında, tıpkı bir dokunuş gibi. Zihninde gece ona seslenen sesini duydu yine. Sonunda ayağa kalktı, yaşlı savaşçının kolundan tuttu ve eve gitmesine yardım etti.

Bugün bile Qu'Appelle nehrinden geçen yolcular hala o Kri savaşçısının, sevdiğinin ruhuna ulaşmaya çalışırkenki ağlamaklı sesini duyarlar: "Qu'Appelle? Kim o?"



02. "Çığlık Atan Tünel" Ontario'dan Bir Hayalet Hikayesi - Orijinal İsim: Screaming Tunnel

Niagara Falls'da Queen Elizabeth yolunun batısında, eski tren yolunun tam altında bir tünel vardır. Orada yaşayanlar arasında "Çığlık Atan Tünel" olarak bilinir. Yol tünel boyunca ilerler ve sonunda tepede boş bir araziye çıkar. Fakat o arazi eskiden boş değilmiş.

Zamanında o tepedeki boş alanda bir çiftlik evi varmış ve içinde bir aile mutlu mesut yaşarmış. Sonra bir gece evi alevler sarmış. Küçük kızları evin içinde sıkışıp kalmış ve kurtulmanın tek yolu alevden duvarların arasından geçmekmiş. Cesur küçük kız kollarını yüzüne siper yapıp alev alan kapının içinden koşarak geçmiş. Uzun saçları ve geceliği alevlerin arasından geçip evden çıkarken hafifçe tutuşmuş.

Gece rüzgarı tutuşan kıyafetleriyle buluşunca birden alevlenmiş ve kızı azgın bir cehennemin içine hapsetmiş. Can acısıyla çığlık atıp, alev alan evden uzağa, tepeden aşağıya koşmaya başlamış. Sendeleyerek tren yolunun altındaki tünele girmiş çığlıkları gecenin içinde defalarca yankılanırken. Tünelin içindeki yola kendini atıp ateşi bastırabilmek için deli gibi yuvarlanmış. Fakat küçük kızın çabaları etkisiz ve boşunaymış. Yolun altındaki o tünelde alevlere yenik düşüp ölmüş.

O geceden sonra tünelin içinde kibrit çakmaya yeltenen kimse yanan kızın acı dolu çığlıklarını duyar ve soğuk, tüyler ürpertici bir rüzgar kibriti söndürür.



03. "Ciğerim Nerede" Ontario'dan Bir Hayalet Hikayesi - Orijinal İsim: Where's My Liver

"Doğruca dükkana git ve etrafta oyalanma." dedi sert bir şekilde annesi parayı ona uzatırken. "Babanın patronu bu akşam yemeğe gelecek ve onun en sevdiği soğanlı ve ciğerli yemekten yapacağız. Üzerinde iyi bir izlenim bırakmamız lazım, bu yüzden ellerindeki en iyi ciğeri al."

"Tamam anne." Tommy somurttu. Annesi eve kötü karne getirdiğinden beri peşindeydi. Garajdan bisikletini aldı ve caddeden aşağıya doğru sürmeye başladı. Sonra arkadaşı Chad'ı gördü. "Haydi Tommy!" diye çağırdı Chad. "Bizimkiler şu parkta beyzbol oynuyor ve bir atıcıya ihtiyacımız var."

O an yapması gereken o şey aklından uçup gitti Tommy'nin. Oğlanlar birlikte parka doğru ilerlediler. Tommy karşı tarafa sayı vermeyecek şekilde takımına başarı getirmişti fakat maç bittiğinde ortalık çoktan karanlığa bürünmüştü. Sonra Tommy birden yapması gereken o şeyi hatırladı. "Ciğer!" dedi zorlukla nefes alarak. "Hemen dükkana gitmeliyim!"
Ama o vakit bütün bakkal dükkanları kapanmıştı. "Annem beni öldürecek." Nefesi kesilmişti. Önce kötü karne, şimdi de bu! Hayatı boyunca cezalandırılabilirdi.

Mezarlığın yanından geçerken aklına bir fikir geldi. Berbat bir fikirdi ama eve ciğersiz geldiğinde onu bekleyecek olan korkunç kaderden kurtarabilirdi onu. Birkaç gün önce büyük amcası ölmüştü ve bu mezarlığa gömülmüştü. Onunkini alsak ne zararı olurdu ki? Amcasının artık ona ihtiyacı yoktu zaten.

Tommy hışımla eve geldi ve olabildiğince sessiz hareket edip babasının küreğini aldı. Mezarlığa geri döndü ve büyük amcasının mezarını kazmaya başladı.

O gece annesi ciğeri soğanlarla birlikte pişirdi ve patron yemeğe bayıldı, harika vakit geçirdi. Geç saatlere kadar da oturdu.

Tommy o gece ucuz atlatmanın verdiği rahatlıkla yatağına uzandı. Kafasını yastığa koyar koymaz uyuyakaldı fakat kısa sürede yeniden uyandı. Bir ses duyduğuna emindi.

"Ciğerim nerede?" Ürkütücü boğuk bir ses merdivenlerden yukarı çıkıyordu. Tommy'nin korkudan nefesi kesilmişti, adımlar yavaş yavaş merdivenlerin sonuna yaklaşırken kendini yatak çarşaflarının altına sakladı.

Pat, pat pat. Ayak sesleri Tommy'nin odasının kapısına gelene dek yaklaştı. "Ciğerimi kim aldı?" diye sordu o korkunç ses yine.

"Git buradan, git buradan." diye fısıldadı Tommy defalarca. Ses yeniden sorusunu tekrarlarken vücudu korku içinde titremeye başladı: "Ciğerim nerede? Ciğerimi kim aldı?"

Katıksız korku onu birden cesaretlendirdi. Tommy üzerindeki örtüleri fırlattı ve hemen yanında duran büyük amcasının buruşmuş beyaz suratıyla yüz yüze geldi. "Ciğerini yedik!" diye bağırdı.

"Senin yaptığını biliyorum, Tommy." dedi büyük amcasının çürümüş cesedi kemikli elleriyle küçük çocuğun titreyen bedenini kavrarken. Tommy çığlık attı.

Ertesi sabah Tommy'nin annesi ve babası onu yatağında ölü halde buldular. Ciğeri bedeninden parçalanıp alınmıştı fakat otopsi sonuçları çocuğun ciğeri sökülmeden önce korkudan öldüğünü söylüyordu.



04. "Hayalet Tren" Alberta'dan Bir Hayalet Hikayesi - Orijinal İsim: Ghost Train

O zamanlar Alberta'da Kanada Pasifik Demiryolu üzerinde çalışan bir tren ateşçisiydim. Çok zorlu bir gün geçirmiş ve hayli iyi para almıştım. Gençtim o zamanlar, tatlı eşim elimize geçenle aldığımız küçük kulübemizi idare ediyordu. Hayat güzeldi ve her şeyin bu şekilde devam edeceğini düşünmüştüm.

Sonra Mayıs 1908'de o uğursuz gün geldi çattı. O ay geceleri çalışıyordum ve makinist de dostum Twohey'di. Lokomotifin önünde aniden kör edici bir ışık belirdiğinde Medicine Hat'den yaklaşık üç kilometre kadar uzaktaydık. Başka bir tren bizimle çarpışmak üzereydi. Twohey atlamam için bana bağırdı ama buna zaman yoktu. Işık tam dibimizdeydi. Öleceğimizi düşünmüştüm. Ama sonra tren aniden sağa saptı ve hemen yanımızdan ilerlemeye başladı. Düdüğü çalıyor ve yolcuları pencerelerden bize bakıyorlardı. Ama bu tepede yalnızca bir demir yolu vardı ve o da üzerinde bulunduğumuz yoldu. Gıcırdayıp gürüldeyen Hayalet Tren'e dikkatle baktım ve tekerleklerinin yere değmediğini fark ettim!

Bu olay karşısında ikimiz de çok korkmuştuk. Twohey bir süreliğine makinistliği bırakıp şantiyede çalışmaya karar vermişti ama ben hala gece vardiyasında ateşçi olarak çalışmaya devam ediyor ve bir hayalet trenin severek yaptığım işi elimden çekip almasını istemiyordum.

Birkaç hafta sonra tiz düdüğün sakin geceyi yaran sesini yeniden duyduğumuzda Nicholson adlı bir makinist için ateşçilik yapıyordum. Yine Medicine Hat'den uzakta aynı tek yolda ilerliyorduk. Ve Hayalet Tren'in ışığı birdenbire ortaya çıkıp gözlerimizi kör etmişti. Nicholson korkuyla bağırdı ve ben de kalbimin duracağını sandım. Ama önceki gibi tam son saniyede Hayalet Tren sağa sapıp yanımızda ilerlemeye başladı. Trenin olmayan raylarda ilerlediğini, yolcuların pencereden meraklı gözlerle Nicholson'a ve bana baktığını gördüm.

Bu kadarı yeterliydi. O olaydan sonra raylara dönmeyi düşünmedim. Mayıs ayının geri kalanında ve Haziranın birkaç haftası şantiye işi yaptım. Sonra canıma tak etti, dişlerimi gıcırdattım ve ateşçi görevime kaldığım yerden devam ettim.

Haziranın başlarında bir akşam kaza haberi geldiğinde, şantiyede bir treni ateşliyordum. Bir Spokane Flyer'ı ve bir Lethbridge yolcu treni Medicine Hat'den uzakta tek yol üzerinde, tam da Hayalet Tren'in belirdiği yerde kafa kafaya çarpışmıştı. Lethbridge lokomotifi raydan çıkmış ve eşya vagonu paramparça olmuştu. Kazada ikisi makinist yedi kişi ölmüştü. Birisi dostum Twohey'di, diğeri de Nicholson.



05. "Hemen Aşağıya Geliyorum!" Alberta'dan Bir Hayalet Hikayesi - Orijinal İsim: I'm Coming Down Now!

Calgary'de kimsenin yaklaşmadığı süslü püslü bir semtin ortasında terk edilmiş bir ev vardı. Ve cidden kimse gitmezdi oraya! Ve şimdi de arkadaşım Albert o hayaletli evi satmak için görevlendirilmişti. Bir anlaşma yapabilmek için elinden geleni yapmıştı. Ama insanlar çok ucuz bile olsa teklif yapmaya korkuyordu. Sonunda Albert Birleşik Devletler'den şık giyimli bir herifle, daha gelip görmeden ev hakkında anlaşmaya vardı. Özenle çalıştı tabi, ama sonra adam evi gelip görmek istediğini söyledi.

Albert arkadaşı öğle vakti almak üzere kararlaştırmıştı ama adamın treni gecikmişti ve hayaletli evi gezmek için geldiklerinde akşam yemeği vaktiydi çoktan. Karanlık ve yağmurlu bir akşamdı ama hayaletlerin dinlenebileceği kadar erken bir vakitti. En azından Albert öyle ummuştu.

Albert ön kapının kilidini açtı ve kapı uğursuzca gıcırdadı. Gergin bir şekilde yutkundu fakat şehirli adam sadece gülmüş ve havaya uygun bir şeyler söylemişti. Albert biraz rahatladı ve fiyatı biraz daha düşürse mi diye düşündü. İki adam elbette ki tozlu örümcek ağlarıyla süslü uzun bir fuayeye girdiler.

"Ürkünç!" dedi şehirli adam heyecanla. Fuayenin tam ortasına sıçrayıp sesli bir şekilde bağırdı: "Gelin bana sizi iğrenç ruhlar!"

Tam o anda bütün ev tüyler ürpertici, uğursuz bir kıkırdamayla inledi. Sonra aynı uğursuz ses ortalığı inletti: "Hemen aşağıya geliyorum!" Şehirli adam zıpladı ve yüzünde kocaman bir sırıtışla Albert'a baktı. "Mükemmel özel efektler!! Bunu nasıl yaptın!?"

"Yapmadım." dedi Albert, dişleri birbirine çarpıyordu. Ön kapıya çarpana dek geriledi ve kapının kulbuna yapıştı.

"Hemen aşağıya geliyorum!" diyerek evi inletti o ses bir kez daha, şehirlinin sırıtışı biraz silinmişti. Albert'ın korkmuş haline baktı ve merdivenlerin tepesine bakan bakışlarını takip etti. Merdivenlerin üstünde aniden bir ışık patlaması oldu ve yanan gözleri, birbirine girmiş saçları ve sipsivri dişleri olan yeşil bir kafa belirdi. Kafa ağzını açtı ve çığlık attı, sinirleri geren gürültülü, korkunç bir sesti bu.

Kafa merdivenlerden aşağıya iki adama doğru yuvarlanırken Albert'ın kayışı koptu ve bir saniye sonra yolu çoktan yarılamıştı, çığlıkları geride bıraktığı evdeki korkunç yaratığın sesine rakip çıkacak derecede yüksekti.

Neredeyse eve varmak üzereyken yanında bir arkadaşı olduğunu hatırladı. Şehirli adam da yanında koşuyordu.

"Bayım, artık evi istediğimi sanmıyorum." Nefes nefese kalmıştı.

"Neden ama?" dedi tanıdık ürkütücü bir ses. Albert ve şehirli adam aşağıya baktılar ve alev alev gözleri olan yeşil kafanın onlarla aynı hızla sokaktan aşağıya ilerlediğini gördüler.

Şehirli adam ölüm perisini bile utandıracak derecede tiz bir çığlık kopardı ve kimsenin yetişemeyeceği bir hızda koşarak ortadan kayboldu.

"Fiyatını kafaya takıyor olmalı." dedi yüzen kafa Albert'a sohbet edercesine. Emlakçı adam şehirliden de yüksek sesle çığlık atarak öyle bir uzaklaştı ki neredeyse ayaklarından alevler çıkacaktı.

Ertesi gün Albert işinden ayrıldı ve Vancouver'a yerleşip hayatının geri kalanını balıkçılık yaparak geçirdi. Hayaletli ev ise zamanla parçalandı ve sonunda kendiliğinden yıkıldı.

Tasarım: Zuri